1- SUAL: Bela ve musibet nedir?

Elcevab: Kelime anlamları:

Belâ; Allah’ın insanları denemek için verdiği maddî ve manevî sıkıntı, dert ve külfettir.

Musîbet; Hastalık, afet, belâ, felâket gibi ansızın gelen ve insana sıkıntı veren şeylerdir.

Hadis-i şeriflerde:

“Mü’mini rahatsız eden her şey musibettir” (Canan, Kütüb-i Sitte, IX, 543; Yazır, M. Hamdi, HDKD, I)

“Ya Resulullah, insanlardan bela ve imtihanları en şiddetli olan kimlerdir?

Sorusuna Resulü Ekrem (sav):

“Peygamberler, evliyalar, sonra salihler, sonra onlara benzeyenler. Kişi diyaneti nisbetinde belaya maruz kalır. Kim dininde şiddetli ve sağlam olursa onun belası da şiddetli olur” (Miras, XII, 63, hn: 1909; Canan, XIII, 290, hn: 4699, XVII, 542, hn: 7211)

***

2- SUAL: Her şey Allah’ın Takdiriyledir.

Kur’an-ı Kerim’de:

اَللّٰهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ

“Her şeyin yaratıcısı Allah’tır. / O, birdir, mutlak hakimiyet sahibidir. (Rad, 13/16; Zümer, 39/62)

ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ

“O, sizin Rabbiniz olan Allah’tır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Her şeyin yaratıcısı O’dur” (En’âm, 6/102)

 وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ

“Sizi de, yaptığınız şeyleri de Allah yaratmıştır” (Saffat, 37/96)

كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فٖى شَاْنٍ

“O, her an yaratma halindedir.” (Rahman, 55/29)

وَمَا تَشَٓاؤُ۫نَ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ

“Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz” (Tekvir, 81/29; buyrulmaktadır.

وَمَا تَشَاؤُنَ اِلَّا اَنْ يَشَاءَ اللّٰهُ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلٖيمًا حَكٖيمًا

“Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Şüphesiz Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (İnsan, 76/30)

***

3- SUAL: Musibetlerin geliş sebepleri nelerdir?

Elcevab: Musibetlerin çok çeşitli sebepleri vardır. Bunlardan bir kaçı şöyledir:

1- Küfrün artması ve tevhid dininden sapmaların yaşanması

2- İşlenen Hata Ve Günahlar Sebebiyle

3- İman zafiyetinden neş’et eden hatalar veya imanın mağlubiyete düşmesi sebebiyle

4- Musibetlerin gelme sebebi erkân-ı İslâmiyedeki ihmalimizdendir.

5- İstihkak nazara alınmayarak, Hakk’ın takdiri hakkında tefrit veya ifrat yapılması.

6- Mü’minlerin Manevi Derecelerini Yükseltmek Ve Kemale Erdirmek

7- İnsanların Denenmesi Ve Günahlarının Affı

8- Gelecekteki Hadiselere Karşı Mukavemet Kazandırmak

9- Esma-i İlahiyenin (Musibet ve Hastalık Vesilesiyle) Tecelli Etmesi

10- Dua Vesilesiyle Kulun Allah’a Yakınlığını Hissetmesi

Dua bir sırr-ı azîm-i ubudiyettir. Belki ubudiyetin ruhu hükmündedir. Duanın tesiri azîmdir. Hususan dua külliyet kesbederek devam etse; netice vermesi galibdir, belki daimîdir. Hattâ denilebilir ki: Sebeb-i hilkat-ı âlemin birisi de duadır. (M)

Bundan dolayı hastanın duasının makbuliyeti, ehemmiyetli bir mes’eledir. Bir kısım musibet ve hastalık duanın sebeb-i vücududur. Zira hastalık, duanın vaktidir; şifa, duanın neticesi değil, Cenab-ı Hakk’ın fazlındandır. Çünkü hastalık, insandaki aczini, za’fını ihsas eder. O aczin lisanıyla ve za’fın diliyle halen ve kalen bir dua ettirir.

قُلْ مَا يَعْبَؤُا بِكُمْ رَبِّى لَوْلاَ دُعَاؤُكُمْ

“Eğer duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var” (Furkan, 25/77)

ayetin sırrıyla insanın hikmet-i hilkatı ve sebeb-i kıymeti olan samimî dua ve niyazın bir sebebi de hastalık olduğundan, bu nokta-i nazardan şekva değil, Allah’a şükür etmek ve hastalığın açtığı dua musluğunu, âfiyeti kesbetmekle kapamamak gerektir.

Hayatında dua etmeyen veya etmek istemeyen insan bile; musibetle karşılaştığı ve hasta olduğu zaman dua etmeye mecbur kalıyor. Yani dua etmeyen hiç kimse yoktur.

Her insan (inanan veya inanmayan) ya lisan-ı kavl ile,

ya istidat lisanıyla,

ya beden diliyle

veya fiili dua eder.

Yani insan ya dilden,

ya kalpten

veya aklen dua eder.

Bunları etmese dahi tedavi niyetiyle ilaçlarını kullanması dahi fiili duadır.

Ancak fiilî dua ile kavlî dua birlikte yerine getirilmeli, beden ve ruhun ihtiyaçları beraberce karşılanmalıdır.

Musibet ve hastalıklar hiç aldatmaz bir nâsih ve ikaz edici bir mürşiddir. İnsanın yüzünü beka ve âhirete çevirir ve duaya sevk eder.

***

4- SUAL: Musibet çeşitleri nelerdir?

Elcevab: Musibet ve hastalıkları iki gruba ayırmak mümkündür:

1- Dinî ve uhrevî musibet ve hastalıklar.

2- Dünyevî musibet ve hastalıklar

a) Maddî musibet ve hastalıklar.

b) Manevî musibet ve hastalıklar.

Musibetlerin temelinde “iman zaafiyeti, ilim ve bilgi eksikliği ile cehalet, his, heves ve gaflet” vardır.

MADDÎ, MANEVÎ HASTALIKLAR; insanlar için birer imtihan vesilesi, sevap saikası, hakikat arayışı, acziyet ve fakriyet kavrayışıdır.

Manevî hastalıklar maddi hastalıklara kıyasla daha da önemlidir. Manevî hastalıklar insanın ebedi saadetini tehdit ederken, maddî hastalıklar kısa ve fani dünya hayatını tehdit eder.

Asıl musibet, bedene değil, kişinin maneviyatına ve dinine gelen musibettir. Dini hastalık ve musibetler, insanın kalb ve ruhunda bulunan manevi yaralardır.

***

5- SUAL: Ayetlerde bildirilen musibet çeşitleri nelerdir?

Elcevab:

اذَا زُلْزِلَتِ الْاَرْضُ زِلْزَالَهَا

 “Yer, şiddetli bir sarsıntı / zelzeleye uğratıldığı zaman” (Zilzal, 99/1)

وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا اِلٰى اُمَمٍ مِنْ قَبْلِكَ فَاَخَذْنَاهُمْ بِالْبَاْسَاءِ وَالضَّرَّاءِ لَعَلَّهُمْ يَتَضَرَّعُونَ

“Andolsun ki, senden evvel de ümmetlere peygamberler gönderdik. Belki yalvarıp yakarırlar diye onları darlık ve sıkıntıya uğrattık.” (Enam, 6/42; Araf, 7/94 (Nebi ve karye ziyadesiyle)

وَاِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْفٖينِ

“Hastalandığım zaman bana şifâ veren O’dur.” (Şuara, 26/80)

فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الطُّوفَانَ وَالْجَرَادَ وَالْقُمَّلَ وَالضَّفَادِعَ وَالدَّمَ اٰيَاتٍ مُفَصَّلَاتٍ فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْمًا مُجْرِمٖينَ

“Biz de kudretimizin ayrı ayrı ayetleri olmak üzere başlarına

tufan gönderdik,

çekirge gönderdik,

haşerat gönderdik,

kurbağalar gönderdik,

kan gönderdik

yine inad ettiler ve çok mücrim (günahkâr) bir kavim oldular. (Araf, 7/133)

فَكُلًّا اَخَذْنَا بِذَنْبِهٖ فَمِنْهُمْ مَنْ اَرْسَلْنَا عَلَيْهِ حَاصِبًا وَمِنْهُمْ مَنْ اَخَذَتْهُ الصَّيْحَةُ وَمِنْهُمْ مَنْ خَسَفْنَا بِهِ الْاَرْضَ وَمِنْهُمْ مَنْ اَغْرَقْنَا وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلٰكِنْ كَانُوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ

“Onlardan her birini günahıyla yakaladık. Onlardan

kiminin üstüne taş yağdıran kasırgalar gönderdik,

kimini korkunç ses yakaladı,

kimini yerin dibine geçirdik,

kimini de suda boğduk.

Allah onlara zulmedecek değildi, ama onlar, kendi kendilerine zulmediyorlardı.” (Ankebut, 29/40)

فَاَعْرَضُوا فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ سَيْلَ الْعَرِمِ

“Onlar yüz çevirdiler. Biz de üzerlerine Arim selini gönderdik.” (Sebe, 34/16)

وَلَقَدْ رَاوَدُوهُ عَنْ ضَيْفِهٖ فَطَمَسْنَا اَعْيُنَهُمْ فَذُوقُوا عَذَابٖى وَنُذُرِ

“Onlar Lut’un misafirlerinden murad almaya (livataya) kalkıştılar. Biz de onların gözlerini silme kör ettik.” (Kamer, 54/37)

وَلَقَدْ اَخَذْنَا اٰلَ فِرْعَوْنَ بِالسِّنٖينَ وَنَقْصٍ مِنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ

“Andolsun biz, Firavun ailesini, öğüt alsınlar diye

yıllarca süren kıtlık

ve ürün eksikliği ile cezalandırdık.” (Araf, 7/130)

وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَىْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْاَمْوَالِ وَالْاَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرٖينَ

 “Andolsun sizi

biraz korku ve açlık;

biraz da mallardan, canlardan

ve ürünlerden eksiltmeyle imtihan eder / deneriz. (Bakara, 2/155)

***

6- SUAL: Musibetin zararlı olanı hangisidir?

Elcevab: Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir. Musibet-i diniyeden her vakit dergâh-ı İlahiyeye iltica edip feryad etmek gerektir.[1] Fakat dinî olmayan musibetler, hakikat noktasında musibet değildirler.

Bir kısmı ihtar-ı Rahmanîdir.

Nasılki çoban, gayrın tarlasına tecavüz eden koyunlarına taş atıp, onlar o taştan hissederler ki: Zararlı işten kurtarmak için bir ihtardır, memnunane dönerler.[2]

Öyle de çok zahirî musibetler var ki;

İlahî birer ihtar,

birer ikazdır

ve bir kısmı keffaret-üz zünubdur[3]

ve bir kısmı gafleti dağıtıp,

beşerî olan aczini ve za’fını bildirerek bir nevi huzur vermektir. Musibetin hastalık olan nev’i, sâbıkan geçtiği gibi o kısım, musibet değil, belki bir iltifat-ı Rabbanîdir, bir tathirdir.[4]

***

[1] Tirmizi, Deavat, 79; Nesai, Sünenü’l Kübra, 6: 106.
[2] Buhari, İman, 39, Büyu, 2; Müslim, Müsekat, 107; Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliya, 1: 11
[3] Tirmizi, Tefsir-u Sure, 4: 24; Müsned, 2: 303, 335.
[4] Müslim, Birr, 52; Ebu Davud, Cenaze, 1; Müsned, 1: 123.