Şiirin faydalı ve zararlı olanlarını şöyle sınıflandırbiliriz:

1- Hüzün verenler:

a- Fakd-ül ahbaptan (dost ve ahbabın yokluğundan) gelir, yani ahbaplıksızlıktan, sahiplsizlikten gelen karanlıklı bir hüzün ki, dalâletle karışık, tabiat-perest, gafletli bir durum arz edendir.

b- Ahbap ayrılığından gelir, yani ahbap var, firakından müştakâne hüzün verir. Bu hüzün hidayete sebep olan, nur saçan insanı iyiliğe sevkedendir.

2- Neş’e verenler:

a- Nefsî hevasatına teşvik edenler. Böyle yazılan edebî tür ve şiirler “Sefâhete öyle müşevvikane bir tasviri yapar ki, ağız suyu akıtır, akıl hâkim kalamaz. İştihayı kabartır, hevesi tehyiç eder, his daha söz dinlemez.”[1]

b- Nefsi susturup, ruhu, kalbi, aklı, sırrı; maâliyata, asıl vatanları olan cennete, ebedî hayata ve ahiretteki ahbablarına yetişmek için lâtif ve edepli mâsumane teşvik olup, o da cennete ve rü’yeti cemâlûllaha âşık olmaya sevk edenler.[2]

Yine üç türlü şiir olabileceği de söylenmektedir:

1- Kişisel yaşantılara ait şiirler

2- Bireysel ve sosyal şiirler

3- Mistik ve metafizik şiirler.[3]

Bir başka sınıflandırma da şöyledir:

“Edebiyatta vardır üç meydan-ı cevalân; onlar içinde gezer, haricine çıkamaz: Ya aşkla hüsündür, ya hamâset ve şehâmet, ya tasvir-i hakikat.”[4]

İşte bu tasnife göre şiirler de şöyledir:

1- Aşk ve hüsün

a- Mecazi aşk ve hüsün

b- Hakikî aşk ve hüsün

2- Kahramanlık ve yiğitlik

a- Kuvvet-perestlik

b- Hakk-perestlik

3- Hakikatın tasviri

a- Tabiat ve madde-perestlik yönü

b- Sanat-ı İlâhîye cihetidir. Yani kâinata sanat-ı İlâhî sûretiyle bakıp, onu Rahmâni bir sıbga şeklinde görmektir.

Bundan dolayı maddî ve manevî hiç bir kıymet, şiir kadar insanın ruhunda füsunkâr (cezb ve celbedici, büyüleyici) bir halde müessir olmamıştır. Şiir içerdiği konular ve misallere göre temiz ahlaka hizmet ettiği gibi, şiir kadar insanın rûhunu fazilet hislerini ifsâd eden hiç bir vasıta-ı fesâd da yoktur. Çünkü şiir, ikiyüzlü kılınç gibi faziletlere dair olanları ne kadar etkili ise, rezalet ve sefâhet içeren şiirler de o derece tesirlidir. Bir ressamın fırçasından daha canlı ve bediî fazilet levhaları resmeden bir şâirin kalemi, aynı zamanda insanın faziletlerini alt üst edecek tablolar da çizebilir.[5]

Bu nedenledir ki, Resûlullah bâtıl ve hevâ adına olan şiirleri reddederken Hakk yolunda edep adına olan şiirleri övmüş ve şâirlerini de taltif etmiş, teşvik etmiştir. Hatta şâiri Hassan’a mescitte bir minber yaptırması ve ona:

“Sen Allah ve Resûlü namına müdafaada bulundukça hiç şüphesiz Ruhu’l Kudüs (Cebrail) seni te’yide devam edecektir”,

“Ya Hassan! Resûlullah namına cevap ver!. Allah’ım!. Bunu Ruhu’l Kudüs ile te’yid buyur”[6] diye dua etmiştir.

“Bazı beyan vardır ki büyüleyicidir. Şiir de söz cümlesindendir. İyisi iyi bir söz gibi güzel, kötüsü de kötü bir söz gibi çirkindir.”[7]

Kur’an-ı Kerim’de; güzel bir söz, kökü toprakta sabit, dalları gökte devamlı meyve vermekte olan güzel bir ağaca benzetilirken, kötü bir söz ise, kötü bir ağaç gibidir. Ne sağlam bir kökü vardır, ne de işe yarar bir meyvesi…[8] diye beyan edilir.

Bu bakımdan rahatlıkla söyleyebiliriz ki, güzel ve yapıcı sözün temelinde Allah’a iman cevheri bulunduğu ölçüde faydalı ve feyizlidir. Kötü ve çirkin sözün de temelinde küfür, tuğyan, azğınlık, hevâ ve hevesi, şehvânî arzuları körükleyen ifadeler bulunduğu nisbette zararlı ve yıkıcıdır. Çünkü güzel sözle çirkin söz, aydınlık ve karanlık kadar birbirinden farklıdır. Ruhen temiz insanların sözleri de temizdir, güzeldir. Ruhen kirli insanların sözleri ise, kirlidir, çirkindir.

Ayette şöyle bildirilir:

Temizler temizlere, habisler habis şeylere layıktır.”[9]

Yani kötü sözler, fiiller kötü kişilere, güzel söz ve güzel ameller de hoş, güzel ve temiz kimselere aittir. Ancak şunu da unutmamak gerekir ki, bazı kişilerin i’tikadı bozuk olabilir ama sözlerinde ve şiirlerinde hakikat bulunabilir. Sözü doğru ve güzel, fakat kendi dalâlet bataklığında olabilir. Çünkü “Müslümanın herbir sıfatı Müslüman olması lâzım olmadığı gibi, herbir kâfirin dahi bütün sıfat ve san’atları kâfir olmak lâzım gelmez.”[10]

Özellikle şunu hatırlatmak isterim ki, bir kişi veya şâir geçmiş dönemindeki hayatının bir kesitinde hidayet üzere iken, sonradan dalâlet ve küfür üzere olabilir. Mesela, câhiliyet devrinin şâirlerinden olan Ümeyye İbn-i Ebi’s-Salt Haniflik dinî üzere yaşarken yazdığı şiirleri Tevhid, Allah’a iman, ölüm, ahiret gününe inandığı için manevî bir derinlik olduğu halde, Hz. Peygamber (sav)’in hak dinle gönderildiğini duymuş, fakat ona iman etmek kendisine nasip olmadığı için de eski inancını da terk ederek dalâlete düşmüştür. Bu nedenle hakikat üzere olan şiirlerini Resûlullah (sav) zaman zaman dinlemek arzu etmiş ve dinledikten sonra da “Şiiri iman etti, kendi küfürde kaldı”[11] buyurmuştur.

Bir başka misalde, yine câhiliyet devri şâirlerinden olan Lebîd İbnu Rabîa’dır. Bu zat hem câhiliyet, hem de İslâmiyet devirlerinde yaşamış olan Arabın en büyük şâirlerinden ve mualleka* sahiplerinden birisidir. Gerek câhiliyet devrinde, gerekse İslâmiyetle şereflendikten sonra kavmi arasında en şerefli ve itibarlı bir hayata sahip olmuştur. Ancak rivayetlere göre, Lebîd müslüman olduktan sonra, Kur’an’ın i’câzkâr belâğati karşısına çıkınca hayran kalarak onu okuyup dinlemeyi şiir söylemeye tercih etmiş ve artık İslâmi hayatında hiç şiir söylememiş olduğuna tarihçilerin çoğu ittifak ederler.[12]

Bu iki şahıs hakkında Resûlullah (sav):

“Şâirin söylediği en doğru söz Lebîd’in: “Haberiniz olsun, Allah’tan başka her şey bâtıldır” sözüdür. Ümeyye İbn-i Ebi’s-Salt da (az daha) müslüman (oluyordu / olayazdı), olmağa yaklaştı.”[13] buyurur.

Demek elmas ile altın kimin elinde olursa olsun değerlerinden bir şey kaybetmezler. Doğru söz de bu madenler gibidir. Onun için şâirlerden ziyade, şiirlerin muhteviyatına bakıp ona göre değer biçmeliyiz. Yoksa sadece şâirlere bakarsak yanılabilir ve hakikatleri görmezlikten gelebiliriz. Ama şu da bir gerçektir ki, bir kaç çiçekle bahar gelmez.

Çok önemli bir husus ve çok dikkat edilmesi gereken şudur ki; bir şâirin bir kaç şiirine aldanıp, diğer zararlı şiirlerinin içine düşüp, fayda yerine zararını çekebiliriz. Bu noktaya da dikkat etmek gerekir.

Yeni Türk Edebiyatında şiir çeşitleri de şöyledir:

1- Lirik Şiir

İçten gelen heyecanları coşkulu bir dille anlatan duygusal şiirlere lirik şiir adı verilir. “Lir” telli bir çeşit saz olduğundan, şâirlerin içten gelen duygusal şiirlerini bu saz eşliğinde söylemelerinden dolayı lirik şiir adı verilmiştir.

2- Epik Şiir

Epik şiir; konusu savaş, kahramanlık, yiğitlik ve vatan sevgisi olan veya tarihsel bir olayı coşkulu bir anlatımla işleyen şiirlere denir.

3- Didaktik Şiir

Belli bir düşünceyi aşılamak veya belli bir konuda öğüt ya da bilgi vermek, ahlaki bir ders çıkarmak amacıyla öğretici nitelikte yazılan şiirlere didaktik şiir denir. Bu tür şiirlerin duygu yönü oldukça zayıftır. Manzûm hikâyeler ile fabllar didaktik şiirlere güzel örnek teşkil ederler.

4- Pastoral Şiir

Pastoral kelimesi “çobanlara ilişkin” demek olup, kır hayatına ve köylere ait yazılan manzûmelerdir. Doğa güzellikleri ile dağ ve orman, köy ve yayla, çoban yaşamını konu edinen ve bunlara karşı duyulan özlemleri anlatan şiirlere pastoral şiirler denir.

 

DİPNOT:

[1]– Nursi, Sözler, 737.
[2]– Nursi, Sözler, 411, (Tasnifin yapılmasında istifade edilmiştir.)
[3]– Kabaklı, 107, B. Necatigil’den.
[4]– Nursi, Sözler, 736.
[5]– Miras, Kamil, IV, 128.
[6]– Davudoğlu, X, 386, 394, (hn: 2485, 2490), Canan, VIII, 185, (hn: 2306)
[7]– Canan, İbrahim, IV, 153.
[8]– İbrahim, 14/24-26.
[9]– Nur, 24/26.
[10]– Nursi, Bediüzzaman Said, Münâzarat, Sözler Yay. İst. 1977, s. 27.
[11]– Canan, VIII, 188.
*– Mualleka: İslamiyetten evvel arabların meşhur edip ve şairlerinin Kâbe duvarına astıkları yazı ve şiirler. Muallekat-ı seb’a: Câhiliyet devrinde meşhur arap şairlerinin en çok beğenilen şiirlerinden, Kâbe duvarına astıkları yedi meşhur kasidedir. (Yeğin, Mualleka md.).
[12]– Miras, X, 38, Canan, VIII, 201, Davudoğlu, X, 9.
[13]– Miras, X, 38, (hn: 1542), Canan, VIII, 201, (hn: 2315), Davudoğlu, X, 6-8, (hn: 2255-2256)

 

adarselim@gmail.com