İlâhî kanunlar olan sünnetullah; Allah’ın koyduğu âdetler ve sünnetler anlamına gelir. Yani Allah’ın varlık âleminin düzeni için koymuş olduğu kurallardır. Kur’ân âyetlerinde de kök anlamını koruyarak yol, kanun, âdet ve âdetullah anlamında kullanılmıştır. (M. Fuâd Abdulbaki, el-Mu’cemü’l-Müfehres li Elfâzi’l-Kur’âni’l-Kerim)
İlâhî yasalarda bir değişiklik olmamakla birlikte, söz konusu yasaların öğrenilmesiyle, onlar lehte kullanılabilir. Sünnetullah’ın işleyiş tarzını anlayan insanlar, tarihe müdahale ederek onun akışını değiştirebilir, onu yönlendirebilir ve geçmiştekilerin yaptıkları hataları işlememekle de kurdukları medeniyet ve uygarlıkların yaşam surelerini uzatabilirler. Çünkü sünnetullah, öyle bir sistemdir ki mahlûkatı birbirine ihtiyaçlı kılmıştır.
Âdetullah ise; sünnetullah da denilen tabiatta canlı cansız bütün varlıkların nasıl hareket edeceklerini belirleyen Allah’ın emirleri, o’nun koyduğu değişmez düzen demektir. İki oksijenle bir hidrojenin birleşmesinden suyun meydana gelmesi bir kanun ve kuraldır. Buna âdetullah veya sünnetullah adı verilir. Ancak âdetullah yerine tabiat kanunu demek yanlıştır.
Üstad Bediüzzaman, “esbab-ı tabiiyyenin üss-ül-esası hükmünde olan cüz-ü lâyetecezzadaki kuvve-i câzibe ve kuvve-i dâfianın ictimalarının hortumu üzerinde bir muhaliyet damgası var. Fakat caizdir ki, herbir şeyin esası zannettikleri olan cezb, def, hareket, kuva gibi emirler, âdâtullahın kanunlarına birer isim olsun. Lâkin kanun, kaidelikten tabiîliğe ve zihnîlikten hâricîliğe ve itibarîden hakikata ve âletiyetten müessiriyete geçmemek şartıyla kabul edilmelidir.” (M. Nuriye)
Gelenek, İslami manada “âdetullah” demektir. İslâm hukukunda örf ve âdet aynı manada kullanılır. Gelenek kelimesi bazen an’anenin bir tercümesi olarak karşımıza çıkabilir. An’ane dediğimizde yine öteden beri bir milletin veya ümmetin tarihi boyunca nesilden nesile intikal eden âdetler, örfler manasına gelir. O halde örf, âdet, an’ane bizim bugün kullandığımız Türkçe’ye gelenek kelimesiyle nakledilmiş oluyor. Bu nedenle örf ve âdet kelimesini farklı manada kullanan yazarlar da olmuştur. Örfün daha ziyade Allah’ın razı olduğu, dinin tasdik ettiği, akl-ı selimin makbul ve mâkul olarak kabul ettiği, Cenab-ı Hakk’ın insanlara bahşettiği selim fıtrata uygun olan içtimaî telakki ve davranış bütünü gibi telakki edildiği, böyle anlatıldığı, böyle anlaşıldığı da olmuştur. Buna karşı, âdetin örften daha geniş bir kavram olduğu, hem örfü ihtiva ettiği, hem de örfü aşan yine insanların benimsedikleri, fakat mâkul, meşrû olmayan, güzel olmayan, çirkin ve yanlış da olabilen, bid’at, hurafe, zulüm kabilinden de olabilen telakki ve davranış bütünü diye anlamlandırıldığı da olmuştur.
Asıl olan beşeri değil, tevhidî gelenektir. Tevhidî gelenek; Cenab-ı Hakk’ın ilk yarattığı ve ilk peygamber kıldığı Hz. Âdem (as)’dan Hâtemü’l-Enbiyâ (sav) Efendimiz’e kadar bütün peygamberlerle gönderdiği dinin temel esası olarak anlaşılmalı. Bu dinlerin temel inancı, temel ilkesi tevhiddir. Tevhid, Allah’ı bir bilmek ve kâinatın, insanların yaratıcısı, kâinata ve insanlara özelliklerini veren ve ibadete layık olan tek varlığın Allah olduğu inanış, bilgi ve anlayışına dayanır. İşte bu tevhidin peygamberlerden peygamberlere intikal ederek son peygambere kadar gelen esasına da “tevhidî gelenek” diyebiliriz.
Burada gelenek kelimesinde bir âdet manası varsa bunu âdetullah olarak anlamamız gerekir. Âdetu’n-nas olarak, yani insanların âdeti olarak değil, Allah’ın âdeti, Sünnet’i, kanunu olarak anlamamız gerekir. Allah’ın âdeti bütün peygamberlerine temeli tevhid olan bir dini göndermesi ve bütün peygamberlerin, bir öncekinde olduğu gibi tevhidi temsil etmesidir.
Cenab-ı Hak Hz. Peygamber (sav) Efendimiz’e hitaben buyuruyor ki, “İşte o peygamberler Allah’ın hidayet ettiği kimselerdir. Sen de onların yoluna uy. De ki ben buna (yani peygamberlik görevine) karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Bu Kur’ân âlemler için ancak bir öğüttür.” (Enâm, 6/90)
adarselim@gmail.com