Farkı fark etmek, algılamayla; algılama da, zihindeki alıcıların açık olmasıyla sağlanır. İnsan farkı fark etmeden, iletişim kuramaz ve kendini geliştirme sürecine giremez. Allah her şeyi insanın kemale ermesi için yaratmıştır.

İnsan kâinata anlam kazandıran, çözen, bir anahtardır. Zihin, sonsuz ilimden açabildiği kapıları açmak; gözler, sanat eserlerindeki sanatı görebilmek; kulak, kâinattaki armoniyi dinlemek; dil ise, söylemek için insana verilmiştir. Her insan şahsiyet ve kabiliyet motifine göre, kâinatı anlar ve yorumlar. Her insanın şahsî hususiyetleri, kabiliyetleri, ilim ve bilgileri farklı olduğu için, fertler farklı şeyleri görür ve fark eder. İnsanın bir başka özelliği de, kendi kabiliyetlerini ve alıcılarını yeterli görmeyip, başkalarına ihtiyaç duymasıdır. Tek başına fark etmediğimiz şeyleri, insanlarla karşılıklı münasebete geçince fark ederiz. İstişarelerde, fikir alışverişinde veya diyalog toplantılarında fark edilen şeyler “kolektif şuura ait farkındalığı, yani farkı fark etmeyi” oluşturur.

Farkındalık; zihin haritamızda yeni şemaların oluşmasına yol açar ve insanın şuur ve idrak alanının genişlemesine vesile olur. Bakmakla, görmenin aynı şey olmadığı kabul edilir. Herkes bakar ama çok az insan farklılıkları görebilir. Dolayısıyla başarılı ve başarısız iki kişi arasındaki fark, gözlerin ve şuurlu farkındalığın kullanımında yatar. Farkı fark etme potansiyelini kullanabilen insan için varlık ve hadiselerdeki farklılıklar, kişinin ilerlemesini sağlayan fırsat kapılarıdır.

Farkındalık veya farkı fark etmek, güzelliklere açılan bir kapıdır. Kişi, hangi alanda eğitilmişse ve sosyal enerjisini nereye yoğunlaştırıyorsa, o alanla ilgili şeyleri görüp fark edebilir. Bir örnek verelim:

Bir vâdi kenarındaki tepeden; EMLAKÇI, JEOLOG VE RESSAM olan üç kişinin vadide neleri görebildiklerini düşünelim.

Emlakçı, vadideki geniş arazilerin verimliliğini, ormanlar içine yapılacak villaları ve ekonomik getirisini görürken,

Jeolog toprağın mahiyetini, jeolojik yapısını, nehirlerin debisini ve su kaynaklarını algılayıp zihninde canlandırır.

Ressam ise, bir sanatçı gözüyle vadiye bakar, yemyeşil vadileri, nehirleri yalçın tepeleri, vadideki beyaz evleri, puslu gökyüzünü tuvaline geçirmeye çalışır. Her adam, ilgi alanı ve kazandığı birikimler ışığında vadinin farklı özelliklerini ve boyutlarını yakalayıp, onları seslendirir.

Simyacı isimli romanda anlatılan bir hikâye, farkı fark etmek hadisesini, çok güzel ortaya konmaktadır. “Genç bir adam yaşlı ama bilge kralın sarayına gider. Bilgeliği arayan gence, kral; içinde sıvı yağ bulunan bir kaşık verir ve gençten, yağı dökmeden sarayı dolaşmasını ister. Genç kaşıkta bulunan yağı dökmeden sarayı dolaşıp kralın huzuruna gelir. Kral gence sorar:

– “Salondaki acem halılarını gördün mü?” Genç görmediğini belirtir. Kral gence kütüphanesini, tablolarını, sarayın güzel bahçelerini görüp görmediğini sorar ve gençten hep ‘hayır!’ cevabı alır. Bunun üzerine kral gence sarayı bir kez daha dolaşmasını ve sarayın güzelliklerini görmesini ister. Genç sarayı tekrar dolaşır ve bütün güzellikleri görür. Ancak bu arada, elindeki kaşıkta bulunan yağ da dökülmüştür. Kral gence şöyle der: “bilgelik; yağı dökmeden, dünyaya bakabilmek ve ondan faydalanmaktır.”

Kaşıktaki yağ, insanların görevlerini ve çevresine karşı olan sorumluluklarını temsil etmektedir. Saraydaki güzellikler ise, dünyayı ve hayatı yaşamayı ve yaşamaktan keyif almayı sembolize eder. Bu açıdan insanlar üçe ayrılır.

Birinci grup, elindeki kaşıkta bulunan yağı dökmeyen, ancak meşru olan dünya nimetlerinden de yeterince faydalanamayan ve hayatın manasını anlayamayanlar;

İkinci grup anlık zevklerin peşinde koşarken, kaşığı kaybeden ve yağı dökenler;

Üçüncü grupta, kaşıklarındaki yağı dökmeden, görev ve sorumluluklarını aksatmadan; dünyaya bakabilen ve onun manasını anlama gayreti içinde nimetlerinden meşru olarak istifade edebilenler yer almaktadır.

Farklı bir açıdan bakılırsa, saraydaki güzellikler, parayı ve parayla satın alınan şeyleri temsil eder. Kaşıktaki birkaç damla yağ ise parayla satın alınamayan ahlâk, fazilet, izzet, şahsiyet, istikamet, emniyet, dürüstlük gibi insanî değerleri temsil eder. Hikâye bu şekilde yorumlanırsa; hayatın bilgeliği, paraya ve parayla elde edilebilen şeylere sahip olunduğunda, parayla satın alınamayan şeylerin sevgi, fedakârlık, karşılıksız verme, iyilik etme, paylaşma, vefa, dostluklar, dürüstlük vb. hâlâ kaybedilmemiş olması ve parayla satın alınamayan bu değerleri yeniden üreterek gelecek nesillere taşıyabilmektir. (Hamza Aydın, Farkında Olma ve Nasip Arasındaki Bağlantı)

Bu hikâyeden inanan insanlar için alınacak ders, Allah’ı unutmadan O’na şükrederken, dünya nimetlerinden istifade etmek ve yeryüzünün mirasçısı olacak kadar dünyaya hâkim olmaktır. Bunu başarabilmek için, bir elinde dökülebilecek yağ olduğunu yani inançları ve ahlâki değerlerini ve diğer taraftan da etrafındaki güzelliklerin; yeryüzü nimetlerinin keşfedilmeye değer şeyler olduğunun şuurlu farkındalığını sürdürmekten geçer. Asıl önemli olan bu tecrübe ve imtihan meydanı olan dünya hayatında, yağı dökmemek, ama etrafındaki güzellikleri de fark etmektir. Müminlerin dengeli götürmesi gereken şey, âhireti unutmadan dünyadan nasiplenebilme dengesini kurabilmektir.

Kur’an’da bildirilen; “Allah’ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma” (Kasas, 28/77) ayetindeki İlahi mesajı dengeli şekilde hayata taşıyabilmektir.

 

adarselim@gmail.com

(S. Adar; Hayata Bakış Açısı eserimden)