وَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تُـقْسِطُوا فِي الْيَتَامٰى فَانْكِحُوا مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَٓاءِ مَثْنٰى وَثُلٰثَ وَرُبَاعَۚ فَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تَعْدِلُوا فَوَاحِدَةً اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْؕ ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَلَّا تَـعُولُواؕ
وَلَنْ تَسْتَطٖيعُٓوا اَنْ تَعْدِلُوا بَيْنَ النِّسَٓاءِ وَلَوْ حَرَصْتُمْ فَلَا تَمٖيلُوا كُلَّ الْمَيْلِ فَتَذَرُوهَا كَالْمُعَلَّقَةِۜ وَاِنْ تُصْلِحُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُورًا رَحٖيمًا
“Yetimlerin hakkına riayet edemeyeceğinizden korkarsanız, beğendiğiniz (evlenilmesi helal olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlayın. Haksızlık etmekten korkarsanız tek kadın veya mülkiyetinizde bulunan cariye ile yetinin; bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır.” (Nisa, 4/3)
“Ne kadar üzerine düşseniz de kadınlar arasında âdil davranmaya güç yetiremezsiniz; bari birine büsbütün kapılıp da diğerini askıda imiş gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir ve Allah’a itaatsizlikten sakınırsanız bilin ki Allah çok bağışlayıcı (Gafur) dur, çok rahmet ve merhamet sahibi (Rahim) dir.” (Nisâ, 4/129)
TIKLA OKU: TAADDÜD-Ü ZEVCAT / ÇOK EVLİLİK HAKKINDAKİ AYETLERİ OKUMAK
Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın bu iki ayetinin taaddüd-ü zevcat hakkındaki manalarını Risale-i Nurlardaki izahlarını tefhim etmeye çalışacağız.
İnsanlığın kudsî ve semavî rehberi ve bütün saadetlerinin proğramı ve dünyevî ve uhrevî hayatın mukaddes hazinesi olan Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın tesettür[1] ve irsiyet ve taaddüd-ü zevcat ve zikrullah ve ilm-i dinin dersi ve neşri ve şeair-i diniyenin muhafazası haklarında gelen ve tevil kaldırmaz sarih çok âyât-ı Kur’aniyeyi inkâr etmek ve bütün İslâm müçtehidlerini ve umum şeyhülislâmları suçlu yapmak mümkün[2] ise ve mürur-u zamanı ve müteaddid mahkemelerin beraetlerini ve af kanunları ve mahremiyet ve mahrem vechini ve hürriyet-i vicdan ve hürriyet-i fikri ve fikren ve ilmen muhalefeti memleketten ve hükûmetlerden kaldırabilirseniz, beni bu şeylerle suçlu yapınız. Yoksa siz hakikat ve hak ve adalet mahkemesinde dehşetli suçlu olursunuz. (Şualar, 432)
Üstad Bediüzzaman diyor ki:
Beni cezalandırmağa gösterdikleri bir sebeb: Benim tesettür, irsiyet, zikrullah, TAADDÜD-Ü ZEVCAT hakkında Kur’anın gayet sarih âyetlerine, medeniyetin itirazlarına karşı onları susturacak tefsirimdir. (Şualar, 447)
فَانْكِحُوا مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَٓاءِ مَثْنٰى وَثُلٰثَ وَرُبَاعَۚ فَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تَعْدِلُوا فَوَاحِدَةً اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْؕ ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَلَّا تَـعُولُواؕ
“Beğendiğiniz (evlenilmesi helal olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlayın. Haksızlık etmekten korkarsanız tek kadın veya mülkiyetinizde bulunan cariye ile yetinin; bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır.” (Nisa, 4/3)
İşte ben (Üstad) de adliyenin mahkemesine derim ki:
Bin üç yüz elli senede ve her asırda üç yüz elli milyon Müslümanların hayat-ı içtimaiyesinde kudsî ve hakikî bir düstur-u İlahîyi üç yüz elli bin tefsirin tasdiklerine ve ittifaklarına istinaden ve bin üç yüz senede geçmiş ecdadımızın itikadlarına iktidaen tefsir eden[3] bir adamı mahkûm eden haksız bir kararı[4], elbette rûy-i zeminde adalet varsa, o kararı red ve bu hükmü nakzedecektir diye bağırıyorum.
Bu asrın sağır kulakları dahi işitsin! Acaba bu zamanın bazı ilcaatının iktizasıyla muvakkaten kabul edilen BİR KISIM ECNEBİ KANUNLARINI FİKREN VE İLMEN KABUL ETMEYEN ve siyaseti bırakan ve hayat-ı içtimaiyeden çekilen bir adamı, o âyâtın tefsirleriyle suçlu yapmakla, İslâmiyeti inkâr ve dindar ve kahraman bir milyar ecdadımıza ihanet ve milyonlarla tefsirleri itham çıkmaz mı? (Tarihçe-i Hayat; 578)
S- TAADDÜD-Ü ZEVCAT ve esir ve köle gibi bazı mesaili, bazı ecnebiler serrişte ederek, medeniyet nokta-i nazarında şeriata bazı evham ve şübehatı irad ediyorlar.
C- Şimdilik mücmelen bir kaide söyleyeceğim. Tafsilini müstakil bir risale ile beyan etmek fikrindeyim.
İslâmiyet’in ahkâmı iki kısımdır:
Birisi: Şeriat ona müessistir, bu ise hüsn-ü hakikî ve hayr-ı mahzdır.
İkincisi: Şeriat, muaddildir. Yani gayet vahşi ve gaddar bir suretten çıkarıp, ehven-üş şer ve muaddel ve tabiat-ı beşere tatbiki mümkün ve tamamen hüsn-ü hakikîye geçebilmek için zaman ve zeminden alınmış bir surete ifrağ etmiştir. Çünkü birden tabiat-ı beşerde umumen hükümferma olan bir emri birden ref’ etmek, bir tabiat-ı beşerî birden kalbetmek iktiza eder. Binaenaleyh şeriat vâzı-ı esaret değildir, belki en vahşi suretten böyle tamamen hürriyete yol açacak ve geçebilecek surete indirmiştir, ta’dil etmiştir.
Hem de dörde (Erkek galiben yüz yaşına kadar telkîh eder. Karı, yarı vakti hayz olduğu halde elliye kadar telakkuh eder) kadar TAADDÜD-Ü ZEVCAT tabiata, akla, hikmete muvafık olmakla beraber şeriat bir taneden DÖRDE ÇIKARMAMIŞ, belki sekiz-dokuzdan DÖRDE İNDİRMİŞTİR.[5] Bahusus taaddüdde öyle şerait koymuştur ki; ona müraat etmekle hiçbir mazarrata müeddi olmaz. Bazı noktada şer olsa da ehven-üş şerdir. Ehven-üş şer ise bir ADALET-İ İZAFİYEDİR.[6]
Heyhat!.. Âlemin her halinde HAYR-I MAHZ olamaz. (Münazarat, 81, 82; Asar-ı Bediyye, 107; 352)
“Kadının en esaslı hasleti sadakattir, emniyettir. Fakat kocasının vazifesi, ona hazinedarlık ve sadakat değil, belki himayet ve merhamet ve hürmettir. Onun için, o erkek inhisar altına alınmaz. BAŞKA KADINLARI DA NİKÂH EDEBİLİR.” (Nursî, Lem’alar, 198)
MEDENİYET, TAADDÜD-Ü EZVACI KABUL ETMİYOR.[7] Kur’anın o hükmünü kendine muhalif, hikmet ve maslahat-ı beşeriyeye münafî telakki eder. Evet eğer izdivacdaki hikmet, yalnız kaza-yı şehvet olsa, taaddüd bilakis olmalı. Halbuki, hatta bütün hayvanatın şehadetiyle ve izdivaç eden nebatatın tasdikiyle sabittir ki; İZDİVACIN HİKMETİ VE GAYESİ, TENASÜLDÜR. Kaza-yı şehvet lezzeti ise, o vazifeyi gördürmek için rahmet tarafından verilen bir ücret-i cüz’iyedir. Madem hikmeten, hakikaten, izdivaç nesil içindir, nev’in bekası içindir. Elbette, bir senede yalnız bir defa tevellüde kabil ve ayın yalnız yarısında kabil-i telakkuh olan ve elli senede ye’se düşen bir kadın, ekseri vakitte ta yüz seneye kadar kabil-i telkîh bir erkeğe kâfi gelmediğinden, MEDENİYET PEK ÇOK FAHİŞEHANELERİ KABUL ETMEYE MECBURDUR. (Sözler, 409)
MİMSİZ MEDENİYET, taife-i nisayı yuvalardan uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metaı yapmış. Şer’-i İslâm onları
Rahmeten davet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada, rahatları evlerde, hayat-ı ailede. Temizlik zînetleri.
Haşmetleri, hüsn-ü hulk; lütf-u cemali, ismet; hüsn-ü kemali, şefkat; eğlencesi, evlâdı. Bunca esbab-ı ifsad, demir-sebat kararı (Sözler, Lemaat, 727)
TIKLA OKU: KUR’AN TEFSİR KİTAPLARINDA TAADDÜD-Ü ZEVCAT / ÇOK EVLİLİK
DİPNOTLAR:
[1] يَا اَيُّهَا النَّبِىُّ قُلْ ِلاَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَاءِ الْمُؤْمِنِينَ يُدْنِينَ عَلَيْهِنَّ مِنْ جَلاَبِيبِهِنَّ
ilh… gibi âyetlerle, Kur’an-ı Hakîm tesettürü emrediyor. Sefih ve MİMSİZ MEDENİYETİN ise, Kur’anın bu hükmüne karşı muhalif gittiğini ve tesettürü fıtrî görmediğinden, “BİR ESARETTİR” deyip dinsizcesine bir sualine karşı Kur’an-ı Hakîm’in bu hükmü tam yerinde olup, belki esaret olmayıp tesettürün fıtrî olduğunu çok tecrübe ve misallerle izah ve isbat edip, onları iskât ve tesettüre kat’î emrediyor. (Lem’alar, 408-409)
Tenbih: Medeniyetten istifam, sizi düşündürecek. Evet böyle istibdad ve sefahete ve zilletle memzuç medeniyete, bedeviyeti tercih ediyorum. Bu medeniyet, eşhası fakir ve sefih ve ahlâksız eder. Fakat hakikî medeniyet nev’-i insanın terakki ve tekemmülüne ve mahiyet-i nev’iyesinin kuvveden fiile çıkmasına hizmet ettiğinden, bu nokta-i nazardan medeniyeti istemek, insaniyeti istemektir. (Tarihçe-i Hayat, 77)
Adalet-i İlahiye, İslâmiyet’e ihanet eden mimsiz medeniyete öyle bir azab-ı manevî vermiş ki, bedeviliğin ve vahşiliğin derecesinden çok aşağıya düşürtmüş. Avrupa’nın ve İngiliz’in yüz sene ezvak-ı medeniyesini ve terakki ve tasallut ve hâkimiyetin lezzetlerini hiçe indiren mütemadi korku ve dehşet ve telaş ve buhran yağdıran bombaları başlarına musallat etmiş. (Kastamonu Lahikası, 22)
Nasılki havarik-ı medeniyet namı altındaki ihsanat-ı İlahiyeyi, bu mimsiz, gaddar medeniyet hüsn-ü istimal ile şükrünü eda edemeyerek tahribata sarfedip küfran-ı nimet ettiği için öyle bir tokat yedi ki, bütün bütün saadet-i hayatiyeyi kaybettirdi. (Kastamonu Lahikası, 72)
Sual: Sen eskiden şarktaki bedevi aşairde seyahat ettiğin vakit, onları medeniyet ve terakkiyata çok teşvik ediyordun. Neden, kırk seneye yakındır, medeniyet-i hazıradan “MİMSİZ” diyerek hayat-ı içtimaiyeden çekildin, inzivaya sokuldun?
Elcevab: Medeniyet-i hazıra-i garbiye, semavî kanun-u esasîlere muhalif olarak hareket ettiği için seyyiatı hasenatına; hataları, zararları, faidelerine racih geldi. Medeniyetteki maksud-u hakikî olan istirahat-ı umumiye ve saadet-i hayat-ı dünyeviye bozuldu. (Emirdağ Lahikası-2, 99; Hutbe-i Şamiye, 147; Konferans, 156)
Cenab-ı Hak sizin (Üstadın ve Risaleler) vasıtanızla bizlere nurlarımızı ihsan etmiş olduğundan; Nurlarımızın ışığında o zulmetli gecelerle, o dessaslar medeniyetinin çirkinliklerini apaçık görebiliyoruz. Allah’ımızın bu inayetine hamd ü senalar ederiz.
Bu asrın ne korkunç ve ne dehşetli bir asır olduğunu görebilmekliğimiz için, ancak ve ancak tahkikî imanın dûrbîni ile seyretmekliğimiz îcab ediyormuş. İman dûrbînini kalb ve gözlerine takmayanları, lehviyatları mehasin gösteren şu mimsiz medeniyetin dalalet bataklıkları yutabilir düşüncesiyle biz Nur şakirdleri çok üzülüyorduk. Fakat Nurlar Avrupalıların da ruhlarına girerek lehviyatlarını günden güne temizlemekte olduğunu, gelen mektublardan öğrenmiş bulunuyoruz. (Hanımlar Rehberi, 149, 150)
[2] Hz. Peygamber (sav) başta olmak üzere ashâb-ı güzîn, Hulefâ-İ Râşidîn ve o günden bugüne alim ve mürşidler, selef-i salihin ve Osmanlı Padişahları birden fazla kadınla evlenmiş olanlar; hanımları (eşleri) arasında adalet gözetmek için Allah’ın emirlerine itina etmişlerdir. Hz. Peygamber (sav), gerekse o’nun ashabı ve salih kişiler; eşlerinden birinin sırası olduğu akşam, onun izni olmadan diğer hanımlarının odasına dahi girmezlerdi. Hatta Hz. Peygamber hasta iken bile omuzlarda taşınarak eşlerinin evine götürülürdü. Maksat adaleti korumaktı.
Cenab-ı Hakkın; tek evliliği istemiş olduğu düşünüldüğünde, Hz. Peygamber (sav) hariç, çok evlilik yapan diğer tüm Müslümanlar; emr-i İlahiyeye karşı gelmiş, Yüce Allah’ın emrine muhalif hareket etmiş sayılmayacaklar mıydı? Haşa ve kella.
Şayet ayette “adaletsizlik yapmaktan korkarsanız tek evlilikle yetinin” deniyor. “Yetinmek” emir değil, bir tavsiyedir, bir yöntemdir. Takip eden cümle “adalet etmenize daha uygundur” denilerek bir yöntem gösteriliyor. Çünkü eşler arasında adalet çok evlilikte olur, tek evlilikte eşler arası adalet söz konusu olamaz.
[3] Çok evlilik ayetini “Bin üç yüz senede geçmiş ecdadımızın İTİKADLARINA İKTİDAEN tefsir eden” kimdir?
Bu zat “tevil kaldırmaz sarih çok âyât-ı Kur’aniyeyi inkâr etmek” olur, demesini hiçe mi sayacağız? İlmimiz Müceddid-i Azam olan bu Zattan daha mı fazla? Haşa ve Kella.
[4] Üstad Bediüzzaman’ı “Mahkûm eden haksız bir karar” ne için verilmiştir?
[5] “Hem de dörde kadar TAADDÜD-Ü ZEVCAT tabiata (yaratılışa), akla, hikmete muvafık (uygun) olmakla beraber şeriat bir taneden DÖRDE ÇIKARMAMIŞ, belki sekiz-dokuzdan DÖRDE İNDİRMİŞTİR.”
Üstad Bediüzzaman bu sözü söyleyip ve bu cümleyi yazmamış mı? Ayrıca eserleri tahsis ettiği halde, bu cümleyi niçin tahsis etmemişte aynen bırakmıştır?
[6] Çok evlilikte “Bazı noktada şer olsa da ehven-üş şerdir. Ehven-üş şer ise bir ADALET-İ İZAFİYEDİR. Âlemin (insanın veya dünyanın) her halinde HAYR-I MAHZ olamaz” Hükmünü veren kimdir? Acaba asrın vekili, hatemü’l Evliya olan Üstad Bediüzzaman bu cümleleri niçin yazmış veya söylemiştir?
[7] Bediüzzaman Said Nursî Lem’alar (s.198) adlı eserinde “O erkek inhisar altına alınmaz. Başka kadınları da nikâh edebilir” dediğinden acaba haberiniz yok mu?
[8] Taaddüd-ü ezvaca karşı çıkan veya bir taneyle yetinmek Allah’ın emridir, diyenler acaba hangi safta (medeniyet – şeriat) yer alırlar ve de alıyorlar? O zaman “Kur’anın o (dörde kadar evlilik) hükmünü kendine muhalif, hikmet ve maslahat-ı beşeriyeye münafî telakki” etmiş olmazlar mı? Fahişehaneler (genel evler) in açılmasına taraftar olunmuş olunmaz mı?
“Hem de dörde kadar TAADDÜD-Ü ZEVCAT tabiata, akla, hikmete muvafık olduğunu” söyleyen Üstad Bediüzzaman Said Nursî’nin sözüne itimad edilmiyor mu? Üstadın izahları yeterli değil mi?
“Tevil kaldırmaz sarih çok âyât-ı Kur’aniyeyi inkâr etmek ve bütün İslâm müçtehidlerini ve umum şeyhülislâmları suçlu yapmak” hamakatına düşülmüş olunmaz mı?
TIKLA OKU: ÇOK EVLİLİK & POLİGAMİ
Avrupa’nın insaniyetperver maskesi altında vahşi reislerinin sağır kulakları çınlasın!.. Ve bu vicdansız gaddarları bize musallat eden o insafsız zalimlerin görmeyen gözlerine sokulsun! Ve bu asırda, yüz bin cihette “Yaşasın Cehennem” dedirten mimsiz medeniyetperestlerin başlarına vurulmak için yazılmış bir arzuhaldir. (Mektubat, 429)
adarselim@gmail.com