Bünyeler üzerinde oynamalar yapılarak insanlar sermayenin eline geçirilerek esir edildi, ediliyor.
Tarih boyunca siyasi ve ekonomik gücü eline geçirenler, dünyaya hakim olmak için -istisnalar hariç- insanları köleleştirmeye çalışmışlar. Bunu yapabilmek içinde çeşitli silahlar kullanarak insanları öldürmüşler ve öldürmeye de devam etmektedirler.
İstedikleri kadar insanları yok etmek için tüm imkanlarını seferber etmeyi sürdürüyorlar. Bu nedenle istemedikleri ırkları ortadan kaldırmak için kısırlaştırmaya çalışıyor, insanı kısırlaştırmak için de tohumu kısırlaştırıyorlar.
Kaliforniya’daki küçük bir biyoteknoloji şirketi olan Epicyte adlı şirket, Eylül 2001’de yaptığı basın toplantısında şu trajik müjdeyi verdi: “Gebeliği engelleyen mısır ürettik. Sperm öldürücü antikorlar üreten mısırlarla dolu bir seramız var.” (F William Engdahl, ‘İnsan Türünün Barındığı Tavuk Kümesi, Yaşlı Tilkilere Emanet’ adlı makalesi)
Gıdaya dayalı faaliyetlerde, tarım, çok para kazanma aracı haline getirildi. Öyle ki insanlar para hırsına ve sözde çok kazanmak için algı operasyonlarıyla örgütlendi. Tabağındaki yemekle yaşayan insanlar, vücutlarına girdi ve çıktısını özellikle de çıktısını yani ortaya çıkacak sonucunu unuttular. Günümüz insanı tabağındaki yiyeceğin niteliğiyle değil, niceliğiyle ilgileniyor ve övünüyorlar. Görselliğin büyüsü ve hazzın cazibesi nedeniyle, nitelik ve niceliğin farkını kavramaktan da oldukça yoksun kaldık ve yoksun bırakıldık. Böylece midesinin ifsadına izin veren insan, aklının ifsadına da izin vermiş oluyor. Bu durum akılla sınırlı kalmayarak, düşünceden eyleme, kısırlıktan kansere ve daha nice hastalıklara yol açarak bünyelerde savaş devam etmekte. Akılların mideye mahkum olmasıyla esaret başlamaktadır.
Üstad Bediüzzaman’ın izahı şöyledir:
“Fâtır-ı Hakîm, insanın vücudunu mükemmel bir saray suretinde ve muntazam bir şehir misalinde yaratmış. Ağızdaki kuvve-i zaikayı bir kapıcı, a’sab ve damarları telefon ve telgraf telleri gibi (kuvve-i zaika ile, merkez-i vücuddaki mide ile bir medar-ı muhabereleridir) ki; ağıza gelen maddeyi o damarlarla haber verir. Bedene, mideye lüzumu yoksa “Yasaktır!” der, dışarı atar. Bazan da bedene menfaatı olmamakla beraber zararlı ve acı ise; hemen dışarı atar, yüzüne tükürür.
İşte madem ağızdaki kuvve-i zaika bir kapıcıdır; mide, cesedin idaresi noktasında bir efendi ve bir hâkimdir.
İnsanın kuvve-i zaikası -rahmet-i İlahiyenin matbahlarına bir nâzır ve bir müfettiş hükmündedir. Ve o kuvve-i zaikada taamlar adedince mizancıklarla nimet-i İlahiyenin enva’ını tartmak ve tanımak; bir şükr-ü manevî suretinde cesede, mideye haber vermektir. İşte bu surette kuvve-i zaika, yalnız maddî cesede bakmıyor. Belki kalbe, ruha, akla dahi baktığı cihetle midenin fevkınde hükmü var, makamı var.
Ne vakit insanın ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hâkim olsa ve lezzeti şükür için istese, o vakit leziz şeyleri yiyebilir.” (Said Nursî, Lem’alar)
Kozmetik ve genel temizlik devlerinin sahipleri de aynı GDO’cu firmalar. Yani sağlığımızın sadece GDO’lu tarım ürünlerinden dolayı risk altında değil; GDO’lu ilaçlar, kozmetik ve genel temizlik kimyasalları ve bu kimyasalların atıkları da çevre güvenliğini tehdit ediyor.
GDO’lu ürünleri tüketen bu insanlar hızla kısırlaştırılsın ya da GDO ve hibrit ürünlerin neden olduğu alerji, kanser, fızyolojik bozukluklar, bağımlılık, gen ve DNA yapısı bozuklukları, immün sistemi sonuçları baş göstersin!. Mikro-organizmaların mutasyonuyla yeni hastalıkların ortaya çıkmasıyla bu dünyayı acele terk etsinler!.
Bağımsız araştırmaların önü açılmadığı sürece GDO’lar hakkında doğru ve tarafsız verilere ulaşmak oldukça zordur. GDO yandaşlarının, GDO’nun zararlarının bilimsel olarak ispatını sık sık istemeleri de bu yüzdendir.
(S. Adar, “Tabaktaki Bomba GDO’lu Gıdalar”, eserimden)
adarselim@gmail.com