Hastalık acıdır, ayrılık acıdır, ayağına diken batması da acıdır. Hayatta tatlılıklar kadar acılara da yer ayrılmıştır. Kadir-i Hakim var etmişse pek de yerindedir.
“İnsan hayra dua eder gibi şerre de dua eder. İnsan çok acelecidir.” (İsra, 17/11)
Kula düşen vazife; şikayeti ve itirazı bırakıp sabır atına binmeli. Acı kalbe işledikçe gayret yularını çekmeli. Allah rızasına koşmalı. فَفِرُّٓوا اِلَى اللّٰهِۜ / Allah’a koşun!.”(Zariyat, 51/50)
Sabır coştukça Hakka koşulur. İşte lezzetli olan da bu koşuşun ta kendisidir. Rabbinden gelen davete verdiğin icabet ve ardından kalbine doğan huzur, çok mutlu eder insanı… Tatlı olan da budur. Acı olan, seni sahte ve geçici sevinçler içinde gafil ve şaşkın bırakmasıdır. Daha geniş imkânlar içinde yaşamasını teklif eden Hz. Ömer (ra)’a, Resul-i Ekrem (sav) Efendimizin verdiği şu cevaptır tesellimiz, mutluluk şifremiz ve de sabır reçetemiz:
“İstemez misin Ey Ömer? Dünya onların, ahiret de bizim olsun!.”
Acı, Allah için olunca nasıl da lezzete dönüşür; Taif’te çocuklara taşlattırılan, secdede başına deve işkembesi konarak alaya alınan Habibullah’a sormalı. Nemrud’un ateşine atılan ve yüzünü dahi ekşitmeyen Halilullah’a sormalı. Ya da Allah’a iman etmelerinden dolayı, Firavun’un kollarını ve bacaklarını çaprazlama kestirip şehit ettiği sihirbazlara sormalı. Acının da tadı var… Tat alabilmişlere ve tat almasını bilenlere selam olsun!..
Ey Kul!. Sen de bu lezzete erebilmek için acıya bir şans ver. Yardım iste her şeye gücü yetenden ve sabret. (Elif Garip, Altınoluk Dergisi, 2014)
“Ey iman edenler! Sabır ve namazla (Allah’tan) yardım isteyin. Muhakkak ki Allah, sabredenlerle beraberdir.”
“Allah sabredenleri sever.” (Bakara, 2/153, 249, Enfal, 8/46, 66); Ali İmran, 3/146)
İşte sabırdır; acıyı lezzete dönüştüren. Emre muti olmak, rızaya ulaşmak, kurbiyet kazanmaktır ki, acıdan uzaklaştırıp tatlıya yaklaştıran. Demek Mevla’ya kaçışta acının ardına gizlenmiş, hatta acı ile beraber bir tatlılık vardır.
Biz ümmet-i Muhammed’iz. Efendimizin (sav) bize talim buyurduğu ve Kur’an mesajı olan şu duaları söyleriz:
“Rabbimiz!. Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru”
“Rabbimiz! Hesap görülecek günde, beni, ana-babamı ve inananları bağışla.” (Bakara, 2/201; İbrahim, 14/41)
Amma dert verince de sabreder ve yalnız O’ndan yardım dileriz. O’ndan başka gidilecek kapının yok olduğunu biliriz. Acı içinde nice tatlıların olduğunu görürüz.
Üstad Bediüzzaman şöyle bir niyazda bulunuyor:
“Ey Hâlık-ı Kerim’im ve ey Rabb-ı Rahîm’im!. Senin (Said) Sena ismindeki mahlukun ve masnuun ve abdin hem âsi, hem âciz, hem gafil, hem cahil, hem alîl, hem zelil, hem müsi’, hem müsinn, hem şakî, hem seyyidinden kaçmış bir köle olduğu halde, kırk sene sonra nedamet edip senin dergâhına avdet etmek istiyor. Senin rahmetine iltica ediyor. Hadsiz günah ve hatiatlarını itiraf ediyor. Evham ve türlü türlü illetlerle mübtela olmuş. Sana tazarru’ ve niyaz eder. Eğer kemal-i rahmetinle onu kabul etsen, mağfiret edip rahmet etsen; zâten o senin şânındır. Çünki Erhamürrâhimîn’sin. Eğer kabul etmezsen, senin kapından başka hangi kapıya gideyim? Hangi kapı var? Senden başka Rab yok ki, dergâhına gidilsin. Senden başka hak Mabud yoktur ki, ona iltica edilsin!..” (Nursî, rnk)
Yunus Emre’nin şu şiirini sunmak istiyorum:
“Cana cefa kıl ya vefa
Kahrın da hoş, lutfun da hoş,
Ya derd gönder ya deva,
Kahrında hoş, lutfun da hoş.
Hoştur bana senden gelen:
Ya hilat-ü yahut kefen,
Ya taze gül, yahut diken..
Kahrında hoş lutfun da hoş.
Gelse celalinden cefa
Yahut cemalinden vefa,
İkisi de cana safa:
Kahrın da hoş, lutfun da hoş.
Ger bağ-u ger bostan ola.
Ger bendü ger zindan ola,
Ger vasl-ü ger hicran ola,
Kahrın da hoş, lutfun da hoş.
Ey padişah-ı Lemyezel!
Zat-ı ebed, hayy-ı ezel!
Ey lutfu bol, kahrı güzel!
Kahrında hoş, lutfun da hoş.
Ağlatırsın zari zari,
Verirsen cennet-ü huri,
Layık görür isen nari,
Kahrında hoş, lutfun da hoş.
Gerek ağlat, gerek güldür,
Gerek yaşat gerek öldür,
Aşık Yunus sana kuldur,
Kahrında hoş, lutfun da hoş.”
İLGİLİ YAZI
ACI SEVİLİR Mİ?
adarselim@gmail.com