Toplumun çekirdeği ailedir. Aile hayatı her insanın dünya mutluluğudur. Ancak bu hayat sanki yabancılaşmış. Dünyevi meşguliyetler veya oyun ve eğlencelerle, aile hayatının düzeni bozulmuş. Mutluluk ve huzur yuvaları olan aile hayatı, düzen ve dengesini kaybetmiş. Çeşitli gerekçelerle -kimine göre iş, aş, eğitim, kimine göre de oyun eğlence- günümüzde aile efradı dağılmış, durumda.
Öyle ya babalar ne durumda!.
Babalar niçin evi haneyi terk eder, kahvehaneye gider?
Kahvehanede şenlik olsun, mutluluğa ulaşsın diye mi? Malik hanesine dönünce enerjisi boşalmış, güya sohbete doymuş olduğundan hemen uyusun diye mi? Çoğu zaman baba gündüz işte, akşam geç saatlere kadar kahvehanede, eve dönünce çocuklar uyumuş, sabah erken ya kendi işe veya çocuklar okula giderken, baba yatakta uyurken, aile birlik ve beraberliği ne halde?
Ya annelere ne demeli!..
Acaba anneler babaları niçin kahvehaneye gönderirler? Ev boşalsın, filmlerin izlenmesine karışan olmasın diye mi?
Huzuru evinde, ailesinde ve ebedî yoldaşında bulmak yerine; filmlerden yola çıkarak hayaller ülkesinde yaşasınlar diye mi?
Aslında asrın hastalığı, kuruntu kaynağı, riyakârlık menşei, gösteriş belası olan takılar, keyifli film hayatları, gayr-i meşru kazançlarla alınan ve yaşanan hayatları (genellikle, istisnalar kaideyi bozmaz) elde edemeyen kadınlar isyana başlar. Aile huzuru kaçar, sevgi ve muhabbete darbe iner. Çok değerli büyüklerimden yaşanmış şu olayı dinlemiştim:
Erzurum’dan otuzlu-kırklı yıllarda Bursa’ya zengin variyeti iyi olan bir ağa gider. Haftalar sonra memleketine döner. Diğer hali vakti yerinde olan zengin komşu ve arkadaşları toplanır, hemen ziyaretine giderler. Arkadaşlarının halini sorup, Bursa hakkında bilgi almak isterler.
Arkadaşları ne getirdiğini sorunca ev halkına o zaman çok değerli ve ünlü olan “Bursa Kumaşı” aldığını söyler. Kumaşa bakmak isterler, ağa kumaşı getirir. İyice inceledikten sonra ziyarete giden ağalardan biri “Bursa Kumaşını” hemen oracıkta yanan sobaya atar ve yakar. Parasını da arkadaşına uzatır. Der ki:
– “Yarın sizin hanım ve çocuklarınız bunu giyerse, bizim çoluk çocuk görür ve isterler. Haydi bizler kumaşı Bursa’dan getirtsek bile, çevremizde gücü vakti yerinde olmayan komşularımız alamaz, bizlerde huzurlu olamayız.”
Bursa’dan dönen ağa;
– “Hiç itiraz etmez ve parasını da almaz, arkadaşlarını da kırmaz ve sesini de çıkarmaz.”
İşte anlayış buymuş. Ya şimdi anlayış nasıl?
Aslında “para mutluluğun tamamı değil, bir parçasıdır” bir bilebilsek. Mutluluğu parada pulda değil, gerçek mutluluğu ailede karşılıklı sevgi ve saygıda, birlik ve beraberlikte aramak lazım olduğunu anlasak.
Aile hayatıyla ilgili Risale-i Nur Külliyatından şu pasajları sunmak istiyorum:
“İnsanın hususan müslümanın tahassüngâhı ve bir nevi cenneti ve küçük bir dünyası aile hayatıdır. Hem her insanın küçük bir dünyası, belki küçük bir cenneti dahi kendi hanesidir. Eğer iman-ı âhiret o hanenin saadetinde hükmetmezse, o aile efradı, her biri şefkat ve muhabbet ve alâkadarlığı derecesinde elîm endişeler ve azablar çeker. O cenneti, cehenneme döner. Veyahut muvakkat eğlenceler ve sefahetlerle aklını tenvim edip uyutur. (Devekuşu gibi avcıyı görür, kaçamıyor, uçamıyor. Başını kuma sokar, tâ görünmesin.) Başını gaflete sokar, tâ ölüm ve zeval ve firak onu görmesin. Divanece, muvakkat, ibtal-i his nev’inden bir çare bulur.
Meselâ: Vâlide ruhunu feda ettiği evlâdını daima tehlikelere maruz gördükçe titrer. Ve pederini ve kardeşini eksik olmayan belalardan kurtaramayan evlâdlar, daim bir keder, bir korkaklık hisseder. Buna kıyasen, bu dağdağalı kararsız hayat-ı dünyeviyede o mes’ud zannedilen aile hayatı çok cihetlerle saadetini kaybeder ve kısacık bir hayattaki münasebet ve karabet dahi, hakikî sadakatı ve samimî ihlası ve garazsız bir hizmeti ve muhabbeti vermez. Ahlâk o nisbette küçülür, belki sukut eder.
Eğer âhirete iman o haneye girse, birden ışıklandıracak, ortalarındaki münasebet ve şefkat ve karabet ve muhabbet kısacık bir zaman ölçüsüyle değil, belki dâr-ı âhirette saadet-i ebediyede dahi o münasebetlerin devamı ölçüsüyle samimî hürmet eder, sever, şefkat eder, sadakat eder, kusurlarına bakmaz gibi ahlâk yükseklenir. Hakikî insaniyet saadeti o hanede başlar inkişafa.
Nev’-i beşerin hayat-ı dünyeviyesinde en cem’iyetli merkez ve en esaslı zenberek ve dünyevî saadet için bir Cennet, bir melce, bir tahassüngâh ise; aile hayatıdır. Ve herkesin hanesi, küçük bir dünyasıdır. Ve o hane ve aile hayatının hayatı ve saadeti ise; samimî ve ciddî ve vefadarane hürmet ve hakikî ve şefkatli ve fedakârane merhamet ile olabilir ve bu hakikî hürmet ve samimî merhamet ise; ebedî bir arkadaşlık ve daimî bir refakat ve sermedî bir beraberlik ve hadsiz bir zamanda ve hududsuz bir hayatta birbiriyle pederane, ferzendane, kardeşane, arkadaşane münasebetlerin bulunmak fikriyle ve akidesiyle olabilir.
Kadınların saadet-i uhreviyesi gibi, saadet-i dünyeviyeleri de ve fıtratlarındaki ulvî seciyeleri de bozulmaktan kurtulmanın çare-i yegânesi, daire-i İslâmiyedeki terbiye-i diniyeden başka yoktur!.. Aklı başında olan bir adam; refikasına muhabbetini ve sevgisini, beş on senelik fâni ve zahirî hüsn-ü cemaline bina etmez. Belki kadınların hüsn-ü cemalinin en güzeli ve daimîsi, onun şefkatine ve kadınlığa mahsus hüsn-ü sîretine sevgisini bina etmeli. Tâ ki, o bîçare ihtiyarladıkça, kocasının muhabbeti ona devam etsin. Çünki onun refikası, yalnız dünya hayatındaki muvakkat bir yardımcı refika değil, belki hayat-ı ebediyesinde ebedî ve sevimli bir refika-i hayat olduğundan, ihtiyarlandıkça daha ziyade hürmet ve merhamet ile birbirine muhabbet etmek lâzım geliyor
Kadın -aile hayatında müdür-ü dâhilî olmak haysiyetiyle kocasının bütün malına, evlâdına ve her şeyine muhafaza memuru olduğundan- en esaslı hasleti sadakattır, emniyettir. Risale-i Nur, aile hayatına büyük bir faide verip hanımların iffet ve namus ve ismetle ve saadetle hayat geçirmelerini temin ettiğinden, kadınlar Risale-i Nur’a çoklukla rağbet göstermektedirler.” (B. S. Nursî, rnk)
Demek aile hayatının gerçek huzuru imanda, Kur’an hükümlerinde, İslamî yaşantılarda ve bunların neticesi olan sevgi ve merhamet, muhabbet ve samimiyet, hak ve adalet, hakikat ve sadakat da olduğu gerçeğidir.
Aslında bazen sinek olup havalarda uçmak yerine, böcek misali çiçeklere gömülmek gerek. Çünkü sinek uçtuğunda çok çiçek görür şaşırıp kalır. Belki de taşkınlık ve şaşkınlık içinde bunalır, sıkıntılara düşer. Ama böcek kendi çiçeğine kanaat edip, onu dünyası olarak kabul eder ve kendini şaşkınlıklardan, taşkınlıklardan kurtarır, yuvasına bağlanır. Mutlu bir aile hayatı yaşanır.
Aile hayatını etkileyen bir takım faktörler vardır:
1- Ailelerde sosyalleşme ve modernleşme,
2- Cinselliğe bakış açısının değişimi,
3- Eğitim seviyesi,
4- Dinî bilgi ve yaşantı,
5- Kırsal-Kent hayatı
6- Sosyo-ekonomik statü.
Bu faktörler ve benzerleri her gün TV’lerin magazin programlarında ve haberlerinde aileyi olumsuz etkileyecek şekilde beyinlere nakşedilmekte. Teknolojinin bütün imkânlarını kullanarak bizi biz yapan dinî ve millî kültürümüzün can damarları, her şey tahrip edilmeye çalışılıyor. Öyle ki sahte sevgiye ve gayri meşru ilişkilere toplum özendirilmeye çalışılmaktadır. Sonuçta aile hayatında kültürel bozulma ve çözülmeler görülmekte.
Batı hayat tarzının bir ürünü olan flört, kendilerini çok dindar diye vasıflandıran gençlerimizi etkisi altına almış, hatta aileleri bile parçalamış ve parçalamakta.
Oysa bizim inancımız, hayat tarzımız, kültürümüz, geleneğimiz, ne nikâhsız beraberliği kabul ediyor, ne de geçici nikâha izin veriyor. İslamiyet aile hayatını kutsal bir yuva sayıyor.
adarselim@gmail.com