Dinin en büyük gayesi, Allah’ın muhab­bet ve mehafetini kalplere yerleştirmesidir.

Her hikmet, güzellik ve iyilik Allah korkusundan doğar. İnsanlara fazilet hissini veren Allah korkusudur. Cenab-ı Hak kendisinden korkanı sever ve kendisinden hakkıyla korkanı korkutmaz.

Peygamber Efendimiz (sav) bir hadis-i seriflerinde “Allah korkusundan ağlayan göze cehennem ateşi dokunmaz.” buyurmuştur. Allah’tan korkanın ahiretteki yeri cennettir, korkmayanın yeri ise cehennemdir. İmanın kemaline eren bir mümin, Allah’tan korkmaktan lezzet alır.

Allah korkusunun kalplerde tecellisi müslüman için büyük bir lütuftur ki, onu isyandan, dalaletten muhafaza eder. Bir ayette mealen şöyle buyrulur:

“Kim Allah ‘a ve Resulune itaat eder, Al­lah’tan korkar ve O ‘na karşı gelmekten sakınırsa, işte onlar başarıyı elde edenlerin ta kendileridir.” (Nur, 24/52)

Allah korkusunun hakim olduğu kalpler her iki dünyanın saadetine nail olurlar. Namus, iffet, haysiyet ve şerefin koruyucusu Allah korkusudur. Bir insanın kalbinden Al­lah korkusu silinirse, artık o insanda bu ulvi değerlerden hiçbir eser kalmaz.

Bu konuda Mehmet Akif ne güzel demiştir:

“Ne irfandır veren ahlaka yükseklik ne vicdandır.

Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.

Yürekler çekilmiş farz edilsin havfı Yezdan’ın

Ne ahlakın kalır tesiri katiyen ne de vicdanın.”

Allah korkusu insanları bütün dalaletlerden, tehlikelerden ve nice afetlerden kurtararak sırat-ı müstakime götürür ve insanın aklına nur ve rehber olur.

Erbab-ı irfan buyururlar ki, “Allah kor­kusu ikidir:

Biri, Cenab-ı Hakk’ın azabından korkmaktır ki, Allah’a isyan edenlerin korkusu bu kavildendir.

Diğeri ise; Allah-u Teala’nın celal ve azametini tefekkürden meydana gelen bir korkudur. Bu korku hiçbir mahlukun -ister melek-i mukarrreb olsun ister nebiyy-i mürsel olsun- kalbinden çıkmaz.”

Cenab-ı Hak Kur’an’da;

“Allah’tan kulları içinde ancak alim olanlar saygı ile korkarlar.” (Fatır, 35/28)

“Kim Allah’a ve Resulüne itaat eder, Allah’tan saygı ile korkar ve O’na karşı gelmekten sakınırsa, işte kurtuluşa erenler onlardır.” (Nur, 24/52) buyurmaktadır.

Yani kim emrettikleri hususlarda Allah ve Rasu­lüne itaat ederse, nehyettikleri hususları terk ederse, geçmiş günahları için Al­lah’tan korkarsa, gelecek günleri için de O’ndan sakınırsa işte bu kimseler her hayrı kazanan, dünya ve ahirette her çeşit kötülükten emin olan kimselerdir. Sözü edilen kurtuluş, biri dünyada, diğeri ahirette olmak üzere iki türlüdür. Dünyadaki kurtuluş, küfür, isyan ve nifaktan korunup imân selâme­tine erişmek; nefis ve İblîs’in dürtüşlerini tesirsiz hale getirip ilâhî düzene göre ömrü değerlendirmektir. Ahiretteki kurtuluş, kabirdeki soruya iki şehadet ile cevap vermek ve kıyamet gününde imân nuruyla aydınlanıp pey­gamberler, sıddıklar, şehitler ve sâlihlerle beraber bulunmaktır. İşte bu iki kurtuluşa ermemiz için ilgili âyette belirtilen üç esasa bağlı kalmamız öneriliyor:

1- Allah ve peygamberinin bütün emir ve yasaklarına uymak,

2- Allah’tan her zaman saygı ile korkmak,

3- Allah’a karşı gelmekten sakınıp günah ve kötülüklerden kaçın­maktır.

Evet, ârif-i billâh aczden, mehâfetullahtan telezzüz eder. Evet, havfda lezzet vardır. Eğer bir yaşındaki bir çocuğun aklı bulunsa ve ondan suâl edilse,

– “En leziz ve en tatlı hâletin nedir?”

Belki diyecek:

– “Aczimi, zaafımı anlayıp, vâlidemin tatlı tokatından korkarak, yine vâlidemin şefkatli sînesine sığındığım hâlettir.”

Hâlbuki bütün vâlidelerin şefkatleri, ancak bir lem’a-i tecellî-i Rahmettir. Onun içindir ki, kâmil insanlar aczde ve havfullahta (Allahtan korkmakta) öyle bir lezzet bulmuşlar ki, kendi havl ve kuvvetlerinden şiddetle teberrî edip, Allah’a acz ile sığınmışlar. Aczi ve havfı (korkuyu) kendilerine şefaatçi yapmışlar.

 

adarselim@gmail.com