Hayr/hayır, kelimesi, herkesin arzu ettiği akıl, adalet, fazilet ve faydalı olan şeyler demektir. Hayır, bazen şer karşılığında bazen de zararlı şeyin mukabili olarak kul­lanılır. (Râğıb İsfehânî, Müfredât) Hayır, “faydalı olan, iyilik, güzellik içeren işlerin karşılık beklenmeden başkalarına yapılan yardım” manalarına da gelen bir kelimedir.

Hayr/hayır, faydalı, nurlu, sevaplı ve İslam dinine uygun olan iş, ilim, ibadet, adalet, ihsan ve mal gibi nimet şeklinde tanımlanabilir.

Kur’ân-ı Kerîm de, insanlık içinde ey üm­met-i Mu­ham­med!. “Siz insanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten nehyeder ve Allah’a iman edersiniz” (Âl-i İmrân, 3/110) ferman edilmektedir. Ayette maruf, şerîatın emrettiği; münker, şerîatın yasakladığı şeyler demektir. Başka bir deyimle Kur’an ve sünnete uygun düşen şeylere maruf; Allah’ın râzı olmadığı, inkâr edilmiş, haram ve günah olan şeylere de münker denilir (el-İsfahânı, el-Müfredât; M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili). Yani marufu emretmek iman ve itaata çağırmak; münkerden nehyetmek de küfür ve Allah’a başkaldırmaya karşı durmaktır. (Kadı Beydâvî, Envârü’t-Tenzil)

Konuyla alakalı olan Hz. Lokman’ın oğluna öğüdü her zaman ve her mekanda uyarıcının hâlini beyan eder: “Yavrum! Namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret. Kötülükten alıkoy. Başına gelen musibetlere karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir.” (Lokman, 31/17)

Gerek bu ayette, gerekse yukarıda geçen ayette, “İyiliği emreder, kötülükten nehyeder ve Allah’a iman edersiniz” ifadesi, ayrı bir cümle gibidir ve hayırlı oluşun en önemli sebebini açıklamaktadır. Yani en hayırlı ümmet olması, marufu emredip münkirden sakındırmasından olduğu bildirilmektedir.

İslâm ümmeti kadar insanlık içinde iyiliklerin, güzelliklerin yayılmasını ve kötülüklerin engellenmesini isteyen başka bir topluluk yoktur. Hayırlı olmanın, bahşedilmiş dinî değerlerden gelen vehbî bir tarafı olduğu gibi, fiiliyata yansımasının ve devam ettirilmesinin de kesbî yani gayrete bağlı bulunduğu anlaşılmaktadır. Onun için ümmetin, tavır ve hareketlerinde hayırlılık vasfını korumaya ve icra etmeye önem vermesi gerekmektedir. Zaten ayette, “en hayırlı” yerine, “en üstün” ifadesinin kullanılmamış olması da buna işaret etmektedir. Çünkü ayetin ifadesiyle onlar, marufu emredip, münkiri nehyetmeleri ve imanları ile en hayırlı ümmet olmaktadırlar. İman ettikleri için şerden yüz çevirerek hayra yönelirler. Böylece sahih iman etmeyen, şer ve fesadın ağır bastığı, iyilikleri yaymayan ve münkiri de nehiy etmeyenlerden ayrılmış olurlar.

Burada sorulacak olursa “insanların en hayırlıları kimlerdir?” sorusundan asıl maksadın “Müslüman nesillerin en hayırlısı” olduğunu anlamamız gerekir. Çünkü hadisler “sizin en hayırlınız (hayrukûm) diye başlamaktadır. Ancak hayırlı işler çok olduğu için, en hayırlı kişilerinde çok olması gerekir. Hz. Peygamber (sav)’e soru soran kişilerin durumlarına göre verdiği cevaplarda en hayırlı olanların çok farklı olduğu görülmektedir.

Mesela; “en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir”, “en hayırlınız selamı yayandır”, “en hayırlınız komşusuyla iyi geçinendir”, “sizin en hayırlılarınız namazlarını vaktinde kılandır”, “sizin en hayırlınız güzel ahlaklı olandır”, “sizin en hayırlılarınız anne ve babasına iyi davranandır”, “insanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır” vb. gibi hadisler çoktur.

Zikredilen hadislerde geçen “en hayırlı” olabilmek Kur’an’ı ve emirlerini iyi bilmekten geçer. Çünkü ilim öğrenmeden âlim olunamayacağı herkesin bildiği bir gerçektir. İlimsiz amelinde fazla ehemmiyeti yoktur. Zira ayette “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer, 39/9) buyrulmaktadır. Bu bakımdan Müslüman’ın öğreneceği ilk şeyin Kur’an olması gerekir. Kur’an’ı öğrenmekten maksat, her şeyden önce onu kurallarına göre okumayı öğrenmek ve anlamını kavramak demektir. Sadece Kur’an okumayı öğrenmenin veya okumayı bilmenin Kur’an’ın anlam bilgisine ve ilmine sahip olma manasına gelmediği bilinmektedir. Çünkü Kur’an’ı öğrenen kişinin gayesi Allah’ın rızasına ulaşmak, Kur’an’ın ahkâmı, adabı ve ahlâkı ile amel etmektir. Bu nedenle Kur’an okuma ve emir ile yasaklarını öğrenmekte, faziletlerin ve hayırların en büyüğü sayılır. Çünkü Kur’an’ı öğrenmek ve öğretmek Allah yanında en hayırlı kul olma manasına gelmektedir.

Demek insanların en hayırlısı önce Kur’an’ı öğrenen, hemen arkasından da öğrendiğini öğreten, bu yolda hizmet verenlerdir. Zaten mü’min, bir yandan talebe; bir yandan da muallimdir. Kaç yaşında olursa olsun, fark etmez. Çünkü ilmin yaşı yoktur. “Beşikten mezara kadar ilim tahsil ediniz” düsturunu herkes bilir. Bu bakımdan her Müslüman bir yandan Kur’ân-ı Azîmüşşân’ı güzelce öğrenmeye çalışacak, ehlinden öğrenecek; diğer yandan da ehil olduğu kadar, öğrenebildiği kadar Kur’ân-ı Azîmüşşân’ı başkalarına da öğretecektir.

Hadis kitaplarında “Hayrukûm (veya efdalüküm) men tealleme’l-Kur’ane ve allemeh” ifadesiyle yer alan hadisler, Müslümanların “en hayırlı veya en faziletli” olanlarının Kur’an’ı öğrenen ve öğretenler olduğunu tesbit ve ilan etmektedir. Bu konuyla alakalı iki hadis üzerinde duracağız.

Bu iki hadisten biri  “, “إِنَّ أَفْضَلَكُمْ مَنْ تَعَلَّمَ الْقُرْآنَ وَعَلَّمَهُ ”Sizin en üstününüz, Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir.” (Buharî; Ebû Davud; Tirmizî; İbn Mace; Darimî)

Hadisin diğer ise; “خَيركُم مَنْ تَعَلَّمَ القُرْآنَ وَعلَّمه” Yani “Sizin en hayırlınız, Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir.” (Buhârî; Ebû Dâvud; Tirmizî; İbni Mâce) fahri kainatın emrini bildirmektedir.

Her iki hadiste geçen taallüm/öğrenmek (تَعَلَّمَ, عِلْم) ve ta’lîm/öğretmek, yetiştirmek, eğitmek  (تَعليم ,عَلَّمَ) kelimelerinde geçen üç harfin (ع , ل , م) yer değiştirerek taşıdıkları anlamlara dikkatinizi çekmek istiyorum. Bu harflerden şu kelimeler (عَلِمَ , عِلْم , عَمَل , لَمعَ, عَلَّمَ)  oluşmaktadır.

Âlim (عَلِم); bilen, bilgili, çok şey bilen, çok okumuş, bilgin ve ilim ile uğraşan, hakkıyla hakikati bilen demektir. “Âlimler peygamberlerin varisleridir. Kim ilimden nasibini alırsa çok büyük hayırlara kavuşmuş olur.” (Tirmizî; Ebû Dâvûd; İbn Mâce)

İlm/ilim (عِلْم); bilgi, bilim, marifet ve haber demektir. İlim okumakla veya görmek ve dinlemekle veya ihsan-ı Hak’la elde edilen bilgi, bilmek ve idrak etmektir. Aslında ilim, hakikati bilme, idrak etme, anlama ve Kudret-i ilahiyi tanımaktan ibarettir. İlim, marifetten daha umumidir. Marifet, tefekkürle bilmek manasına gelir. Yani ilim ve fen yoluyla Allah’ı tanıma, bilme ve daima O’nun huzurunda olduğunu bilerek, o huzura layık edebi takınmaktır.  İlmin zıddı “cehil”, marifetin zıddı ise “inkâr”dır.

Amel (عَمَل); yapılan iş, eylem, çalışma, uygulama ve fiil demektir. Amel, dinî bir emri veya vazifeyi yerine getirme, tatbik etme, itaat ve ibadet gibi, dünya ve ahirette ceza veya mükâfatı olan her çeşit iş ve davranış demektir. “Allah sizin şeklinize ve mallarınıza değil, kalplerinize ve amellerinize değer verir.” (Müslim; İbn Mâce; İmam Ahmed)

Lem’a (لمع), parlamak, şimşek gibi çakmak, güneş ve yıldız gibi parlamak, aydınlanmak ve aydınlatmak demektir.

Alleme (عَلَّمَ); öğretmek, bildirmek, eğitmek, yetiştirmek demektir.

Bu kısa tanımlardan sonra şu kaidelere de dikkat çekmek istiyorum. “İlmiyle amil, fazlıyla kâmil olmak lazım” ve “Bir söz mutlak zikredildiğinde kemaline masruftur.” Bu ve benzeri ifadelerde “kemal” mana kast edilmektedir. Yani, o söze konu olan en mükemmel fert veya mananın anlaşılması gerekir. Çünkü maksud-u bizzat ve külli mananın özü anlaşılmalıdır. Yani kasdedilen asıl maksad ile istenilen ve arzu edilen şey ve esas gayenin anlaşılması demektir.

İşte konumuzu teşkil eden hadislerin asıl gayesi sadece lafzını okumak öğrenmek değil, mananın anlaşılması, öğrenilmesi ve uygulamaya konulması sonrada başkalarına anlatılması anlaşılmalıdır. Yukarıdaki alim, ilim, allem, amel ve lem’a aynı hadiste bir kelimeden yola çıkarak buraya kadar izah etmeye çalıştığımız hususların ispatıdır. Çünkü önce tam anlamıyla öğrenilecek, sonra “hazmedilmeyen ilim telkin edilmemeli” kaidesince amel edilecek.

Hadisin birinci bölümü olarak (تَعَلَّمَ) ikinci bölümü olarak ise (علَّمه) kabul edilecek olursa, yani önce “öğrenmek” sonra da “öğretmek” vazifesinin ifa edilmesi  gerekmektedir. Çünkü Müslüman’ın kendi aydınlanacak, parlayacak ki, hadisin ikinci bölümünü teşkil eden aydınlatma, öğretme ve yetiştirme iş ve işlemleri başlayabilsin.

Bu bakımdan ”Sizin en üstününüz / en hayırlınız, Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir” hadisinden bunları anlamalıyız.

Söz konusu bu hadislere iki şekilde bakabiliriz:

1- Kur’an’ı lafız kıraatiyle bilmek.

2- Kur’an’ı asıl anlam ve maksadı yönüyle anlayıp, kavramak.

1- Kur’an’ı Lafız Kıraatiyle Bilmek:

Kur’an-ı Kerim’i lafzı yönüyle öğrenmek ve öğretmek hususunda en hayırlı olanın kim olduğu hadisin zahir manasından anlaşılmaktadır. Konuyla alakalı bir kaç hadisi zikredelim:

“Ümmetimin en faziletli ibadeti Kur’an-ı Kerim’i okumaktır” (Ebu Nuaym)

“Kur’an okuyunuz. Çünkü Kur’an, kıyamet gününde kendisini okuyanlara şefaatçi olarak gelecektir.” (Müslim)

“Kur’an-ı Kerim’den tek harf okuyana bile bir sevap vardır. Her hasene on misliyle (kayda geçer) Elif-Lam-Mim bir harftir demiyorum. Aksine elif bir harf, lam bir harf, mim de bir harftir diyorum” (Tirmizî)

“Kur’an-ı güzel okuyan ve amel eden kişi şerefli ve saygılı olan katip meleklerle beraberdir. Kur’an-ı okuyan kişiye iki sevap vardır. Biri okumasından diğeri de zorlanmasından dolayı.” (Buhârî; Müslim)

Kur’an okuyan kişi bir hayır, bir hasene işlemektedir. Yüce Allah, her iyiliğe en az on misli ile karşılık vereceğini vaad etmiştir:

“Kim bir iyilik yaparsa, ona on katı vardır. Kim de bir kötülük yaparsa, o da sadece o kötülüğün misliyle cezalandırılır ve onlara zulmedilmez.” (En’âm, 6/160)

Kur’an-ı Kerimi, kim çok okursa o kadar çok sevap kazanacak demektir. Bunun için Kur’an okumak en faziletli amellerden biridir. Bu nedenle şu uyarıya kulak vermeliyiz. “Kalbinde Kur’an’dan bir miktar bulunmayan kimse harap ev gibidir.” (Tirmizî; Dârimî; Ahmed İbni Hanbel)

Harap ev olmamak için her Müslüman Kur’an’ı okuyup hatmetme gayreti içinde olmalıdır. Kur’anı hatmetmenin önemi hakkında Hz. Peygamber (sav) Efendimize şöyle bir soru sorulmuş:

– “Ey Allah’ın Resûlü, Allah’a hangi amel daha sevimlidir?”

– “Kur’ân’ı başından sonuna okuyup, bitirdikçe yeniden başlamaktır” (Tirmizî) cevabını vermiştir.

Yine  “أشْرَافُ اُمَّتِي حَمَلَةُ الْقُرْآن Ümmetimin en hayırlıları Kur’an’ı yüklenenlerdir.” (İbn Ebi Dünya, Teheccüd ve Kıyamül Leyl; Beyhaki, Şuabul İman; Taberani, Mucemü’l Kebir; Tirmizi, Sünen) Burada yüklenen diye çevrilen ”حملة” kelimesini, ezberleyenler yani hafızlar veya Kur’an’ı öğrenen ve öğretenler olarak anlamak mümkündür. Her Müslüman için Kur’an’ı “okumak”, “anlamak” ve “uygulamak” şarttır. “Uygulamak ve anlamak” için de mutlaka Kur’an-ı Kerimi okumak gerekir.

Kırâat alimlerine göre Kur’ân-ı Azîmüşşân’ı okumanın dört şekli vardır.

1- Tahkik: Okurken her harfin hakkını tam vermek, tecvid kurallarını tam olarak yerine getirmektir. Tahkik en ağır okuma şeklidir. Yavaş yavaş, manayı düşünerek, bütün tecvid kurallarına uyarak ve ruhsatları kullanmadan okumaktır. Tahkik’e çok yakın olan tertîl ile okumaktır.

2- Tertîl: Yüce Allah ilahi kelamında Biz Kur’an’ı senin kalbine yerleştirmek için onu kısım kısım indirdik ve onu (tertîl ile) ağır ağır okuduk” (Furkan, 25/32) ve Kur’an’ı (tertîl ile) ağır ağır, tane tane oku. (Müzzemmil, 73/4) emrini bildirmektedir. İkinci ayet Kur’an-ı Kerim’in nasıl okunması gerektiğini, birinci ayet ise niçin tertîl ile okunacağını beyan etmektedir. Çünkü “kalbe yerleştirmek için” “tertîl” Kur’an’ı, acele etmeden, dura dura, tane tane, her harfin hakkını vererek ve durulacak yerlerde durarak, okuduğunu anlaya anlaya ağır okumaktır. Öyle ki biri kelimeleri saymaya kalksa sayabilir, harfleri saymaya kalksa sayabilir, bir şekilde, düzgün ve tertip ile kusursuz olarak açık, seçik hakkını vererek okumaktır.

3- Hadr: Kur’an’ı tecvid kaidelerine uymak şartıyla hızlı bir şekilde okuma tarzıdır. Kıraat biraz hızlı olabilir ama harfler, kelimeler birbirine karışır halde olmamalıdır. Keşşâf tefsîrinde; “Ata binmenin ve yola gitmenin en şerlisi, atı ter içerisinde bırakacak kadar hızlı sürmektir. Kıraatin de en şerlisi, harfler, kelimeler birbirine karışır vaziyette hızlı okumaktır” hadisi nakledilmektedir.

Hızlı okurken hiçbir şekilde tecvid kaideleri ihmal edilemez. Kelimeler birbirine karıştırılmaz, harflerin mahreç ve sıfatları terk edilmez.

4- Tedvîr: Tahkik ile hadr arasında orta bir okuyuş tarzıdır. Bu okuyuşta orta bir yol izlenir, tecvid kuralları orta tempolu bir nispette icra olunur. Ancak mahreçler ve harflerin sıfatları katiyyen ihlal edilmez.

2- Kur’an’ı Asıl Anlam Ve Maksadı Yönüyle Anlayıp, Kavramak:

Hz. Peygamber (sav) Efendimiz; Kur’ân öğrenilmesi ve öğretilmesi konusundaki teşvikini, sadece onun lafzı için yapmamış olsa gerektir. Çünkü bu mübarek sözü Resulullah (sav), Arabça konuşmayı ve okumayı bilen bir halka söylemiştir. Demek asıl maksat, Kur’ân okumayı ve okutmayı öğrenmek olmadığı açıkça ifade edilmektedir. Kur’ân’ı ta’lim etmeyi ve ona muallim olmayı kast etmiş olabileceği anlaşılmaktadır. Kur’ân’ın ta’lim edilmesinden maksat, onu hayata geçirmektir. Onun öğretilmesi ise, onu hayata taşıyacak bireyler yetiştirmektir. Yoksa bir kimsenin Kur’an’ı sadece hıfz ve tilâvet etmesiyle değil, bilgisi ve ilmî mertebesi, emir ve yasaklarına uymasıyla orantılı olarak kavuşacağı en üstün makamdır.

Cenâb-ı Hak:

“Bu Kur’an, âyetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır” (Sâd, 38/29) buyurmuştur. Kur’an’ı düşünmeden onunla hiçbir şekilde amel etmeden ve hayatını ona uydurmadan, sadece tilâvetin ve hâfızlığın fazla bir değeri olmadığı da bilinmektedir.

Bir Müslüman lafzı okumayı öğrendiği gibi, onu hayata taşımaya da gayret edecektir. Çünkü Kur’ân, ancak hayata taşınarak anlaşılabilir. Elbette Kur’ân’ın lafız olarak okunması gerekir. Vahyin manasının, lafzına kurban edilmesi doğru olmasa gerek. Halbuki Kur’ân kelimesinin, lugat anlamının içinde okuduğunu anlamak, üzerinde derin derin düşünmek gibi manalar vardır. Bu manaların amele dönüşmesi gerektiğini söylememize de gerek yok sanırım. Çünkü bir şeyi kavramak, üzerinde derin düşünmek, ancak amele dönüştüğünde bir işe yarar, bir fayda sağlar. Aksi halde, okumanın ne anlamı olabilir ki?

Bir kişi “Yâ Resûlallâh! İnsanların en hayırlısı kimdir?” diye sordu. Peygamber Efendimiz (sav) “Ömrü uzun ve ameli güzel olandır” (Tirmizî, Sünen) buyurdular.

Yine bir adam Rasulullah (sav) minberde iken;

– “Ya Rasulallah!. İnsanların en hayırlısı kimdir?” diye sordu. Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:

– “İnsanların en hayırlısı, Kur’an’ı çok okuyan, Allah’tan çok korkan, takva üzere hayat süren, iyiliği emreden, kötülükten sakındıran ve sıla-i rahmi çok yapandır” (Ahmed ibni Hanbel, Müsned) diye cevap verdi.

Kur’an’ı öğrenmek, birinci kaynaktan İslam’ı öğrenmek demektir. Kur’an’ı öğrenip başkalarına öğretenler ise İslam’ın yayılması için fiilen çalışan mücahid kimselerdir. Çünkü İslam adına verilecek bütün hizmetlerin temelinde yer alan Kur’an emirlerine erişebilmenin ilk şartı, onu okumayı öğrenmektir. İşte, bu temel hizmeti sağlamak için çalışanlar ise hiç şüphesiz Kur’an muallimleridir.

Sözün özü “En hayırlınız, Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir.” Bunun asıl manası da, Kur’an-ı Kerim, İslamiyet demektir. İslamiyet’i öğrenen ve öğreten en hayırlınız demek olur. Burada öğreten kelimesi çok önemli, çünkü doğru öğrendiğini doğru öğreten olmalıdır. Zaten hayırlı insan hayra vesile, kötülüğe de engel olur. Zira “En hayırlı” demek Yüce Allah’ın ve Habib-i Keriminin rızasına ve sevgisine daha yakın olan kimse demektir. Kelamın en hayırlısı Allah kelamı olan Kur’an-ı Kerim olduğuna göre insanların en hayırlısı da elbette ki Allah’ın kelamını öğrenenler ve öğretenlerdir.

Burada şunu da hatırlatmak isterim. Kur’an kurslarının açıldığı bu yaz tatili, en hayırlı insan olmak için tam bir fırsattır. Yeter ki bu kararı anne baba evladı için vererek, çocuğunu Kur’an kursuna göndermesi, diyanet görevlileri veya bu işi fahri olarak yürütenlerinde çocuklara Kur’an’ı okumayı öğretmek ve okuduklarının anlamlarını da kavranması için gayret sarf etmeleri gerekir.

 

adarselim@gmail.com

 

İLGİLİ YAZILAR

KUR’AN-I NASIL OKUMALIYIZ?

BU SINAV FARKLI SINAV

KUR’AN OKUMAK