Bulunduğum şehir hava alanından uçağa bindim ve Ankara Esenboğa hava alanına indim. Aktarmalı olarak yolculuğum devam ettiği için, iç hatlar bölümüne vardım. Uçağın kalkış saatini beklerken, duvarı tamamen camdan olan bekleme yerinde oturmuş, uçakların iniş-kalkış ve park hallerini izliyordum. Merak ettim tablet bilgisayarımda uçak ve helikopter resimlerine bakmaya başladım. Uçakların bir kısmı balıklara, bir kısmı da kuşlara ve kuşçuklara benziyordu. Hayalen çocukluk ve gençlik yıllarıma gittim. Yaşadığım bir anıyı hatırladım. Şöyle ki:

Bir gün 1970’li yıllarda arazimizde çalışırken, henüz okula gitmeyen erkek yeğenim yanımdaydı. Büyük bir heyecanla, avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı:

– “Amca helikopter buraya indi, gel bak!.” dedi. Ben helikopterin sesini duymadığım, kendini görmediğim ve bu araziye de inmeyeceğini bildiğim için önemsemedim. Ama çocuğun tekrar tekrar:

– “Amca helikopter buraya indi, gel bak!.” ısrarı üzerine yanına vardım ve sordum:

– “Helikopter nerede?” O da;

– “İşte helikopter diye, otların arasında olan ve tıpkı helikopterin benzediği bir sineği gösterdi.”

Gerçekten de görenler ve bilenler vardır. Aynı aynıyla helikopterin benzediği bir sinekti. Hem de helikopterden daha harikaydı. Çünkü sinek dağın, bağın, yamacın, ovanın, kayanın, vadinin, akan derenin, çayın ve ırmağın kıyısına, hatta ağacın dalına, sözün özü her istediği mekâna inip kalkabiliyordu. Fakat helikopterin inip-kalkacağı yerler bu kadar geniş değil, sınırlı mekânlardı. Ayrıca sineğin, helikopter gibi, gürültü ve patırtısının olmadığı da bilinen bir gerçektir. Sineğin kanatları, helikopterin kanatlarından daha şeffaftır.

Sineklerin daha nice özelliklerini de hatırlayarak bir düşününüz:

– Acaba kuşçuklar olan sinekler mi, yoksa uçaklar mı? daha harikadır. Kararı siz veriniz.

OKU: Kur’an’da Havarık-ı Medeniyet

Hayalimden dönüp tabletteki resimlere tekrar baktım. Kartallara benzeyen uçak resimleri de vardı. Mevsimin kış, çevrenin karlarla kaplanması nedeniyle olsa gerek ki, kuşlar açık mekân ve caddelere ve hatta insanlar arasına kadar sokulmakta idiler.

Camdan dışarıya baktım. Hangara yanaşmış, yolcuların binmesi için hazırlanmış, uçaklardan birinin kanadına konmuş bir kuş gördüm. Büyük bir şaşkınlık ve hayretler içerisinde düşünmeye başladım. Sineği tefekkür etmişken kuş sevk-i ilahi ile düşünmem için mi gönderilmişti? diye düşünüp Rabbime şükrettim. Uçakla kuşu karşılaştırmaya başladım.

Kuşun kanadı açılıp kapanmakta, dar mekânlara bile sığabilmekte ve kanatlarını istediği şekilde hareket ettirmektedir. Geniş hava alanlarına ihtiyacı yok, kuşlar istediği her mekâna; dağa, bağa, yamaca, ovaya, kayalar üzerine, vadilere, akarsu kenarlarına, hatta ağaçların dallarına, sözün özü her istedikleri mekânlara inip kalkabiliyorlar. Kuşlar inip kalkarken; ne ayaklarında sorun, ne pistin dışına çıkma, kayma sorunları ve ne de kaza yapmaları yok. Böyle tefekkür ederken uzun yıllar öncesinde Cüneyd Suavi’nin “Küçük Kuş” adlı hikâyesini hatırladım. O bir gün uçak yolculuğu sırasında uyuyarak rüyada, kendinin dev bir uçak olduğunu ve bulutları yararak yükselirken sağ kanadına konan ufak bir kuşu görmüş ve karşılıklı konuşmaya başladıkları hikâyenin özeti şöyle:

-“Bana bak, dedim. Ne işin var kanadımda?

– Hiiç,diye cevap verdi. Sana bakıyordum.

– Senin yerin aşağılarda acemi, dedim. Hem uçmayı öğreneceksen başka birinden öğren, dedim.

– Uçmayı en az senin kadar bilirim, diye karşılık verdi. Hem bu yüksekliklerde de uçabilirim.

Sert bir sesle:

– Hadi oradan bacaksız, diye söylendim. Boyun kadar konuş.

Kuş bana doğru dönerek:

– Bacaksız dediniz de aklıma geldi. Sizin bacaklarınız yani iniş takımlarınız, duyduğuma göre bazen açılmayıp yere çakılıyormuşsunuz.

– Bu her uçakta olabilir, dedim. Ne varmış yani?

– Fakat dedi. Şimdiye kadar iniş takımları açılmayıp gagası üzerine çakılan hiç bir kuş gösteremezsin.

– Susar mısın sen, dedim. Çok gürültü ediyorsun. Kuş:

– Ne dediğini pek duyamıyorum, dedi. Motorun o kadar sesli çalışıyor ki. Hâlbuki benim motorumdan en ufak bir ses bile duyamazsın.

Bu kuşu başımdan def etmek istiyor, fakat kanatlarım hareketli olmadığı için onu üzerimden bir türlü atamıyordum. Biraz korkutmak için:

– Defol git başımdan, diye gürledim. Bir çarparsam görürsün.

– Çarparsınız dediniz de aklıma geldi, dedi. Bazen de havada çarpıştığınız oluyormuş.

– Bu çok nadir olur, dedim. Ancak kırk yılda bir.

– İyi ama dedi. Dünya kurulduğundan beri hiç bir kuş havada bir diğerine çarpıp düşmemiştir.

Kuş konuştukça konuşuyor, yakıt sarfiyatının azlığından, uçuş menzilinin fazlalığından ve manevra kabiliyetinin üstünlüğünden bahsediyordu. Ona verebilecek bir cevap arıyor, fakat bir türlü bulamıyordum. Aniden yanımda oturan delikanlı bana dokunarak:

– Alana indik beyefendi, dedi. Uyandım ve uçaktan inip ayrıldım” (Cüneyd Suavi, Hayatın İçinden)

İşte hemen herkes uçağa binip hayretler içerisinde kendi nev’i adına onurlanıp, uçakların ustasına rahmet, takdir, teşekkürlerle medh-ü sena ederken, hem uçağın ustasının Sanatkârı, hem sineklerin ve böceklerin ve hem de kuşların ve balıkların Sanatkârı; Alim, Kadir, Kayyum, Mukaddir ve Musavvir olan Cenab-ı Hak ve Zat-ı İlahiyyeye  nâmütenahi şükürler olsun dememiz gerekmez mi?

Böyle tefekkür ederken kendime de sordum:

– Acaba kuşlar ve kuşçuklar mı, yoksa uçaklar mı? daha harika. Varın cevabını siz verin!..

 

adarselim@gmail.com