Hidayet, melek, cin ve insanları yaratan ve cin ve inse iman, marifet, muhabbet kabiliyeti veren, bu kabiliyetlerin gelişmesi içinde, kitaplar indiren, peygamberler gönderen Allah’tan bilinecek. İster hidayete ermek, isterse dalalete düşmek olsun, her ikisinde de insanın cüz-i iradesinin olmadığını anlamak doğru değildir. Çünkü insan tercihine göre muamele görür. İnsanlar birbirinin hidayete ermesine veya dalalete düşmesine de sebep olurlar.
Kur’an’da geçen hidayetle ilgili ayetlerin bütününe baktığımız da, ayetlerde mutlaka insanların cüz-i iradelerine atıf yapılmış olduğunu görürüz.
وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ۟ *وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ * وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَۚ
“Allah zalimler / kâfirler / fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” (Bakara, 2/258, 264; Tevbe, 24)
Bu üç ayette zikri geçen “zulüm, küfür ve fısk” dalaletin sebebleri olarak insan’ın iradesi sonucu, yani zulmü işleyen, inkâr eden, günah işleyen ve hak yoldan ayrılan insanın kendisidir. Bununla ilgili şu ayette de şöyle bildirilmektedir:
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا الضَّلَالَةَ بِالْهُدٰىۖ فَمَا رَبِحَتْ تِجَارَتُهُمْ وَمَا كَانُوا مُهْتَد۪ينَ
“Onlar öyle kimselerdir ki, hidayete karşılık sapıklığı satın almışlardır. Bu yüzden ticaretleri onlara kâr getirmemiş ve doğru yolu da bulamamışlardır.” (Bakara, 2/16)
وَاَمَّا ثَمُودُ فَهَدَيْنَاهُمْ فَاسْتَحَبُّوا الْعَمٰى عَلَى الْهُدٰى فَاَخَذَتْهُمْ صَاعِقَةُ الْعَذَابِ الْهُونِ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَۚ
“Semûd kavmine gelince biz onlara doğru yolu göstermiştik. Ama onlar körlüğü hidayete tercih etmişler ve yaptıklarına karşılık, alçaltıcı azap yıldırımı onları çarpmıştı.” (Fussilet, 41/17)
Hem hidâyet hem de dalâlet doğrudan doğruya Cenâb-ı Hakk’ın yaratmasıyla vücuda gelir. Bu manyı şu hadis-i şerifte ifade eder:
“Ben tebliğ ve davet edici olarak gönderildim. Hidayet meselesinde benim hiçbir müdahalem ve selahiyetim söz konusu değildir. Şeytan da bâtılı süslü göstermek ve sizi azdırmak için gönderilmiştir. Onun da dalâlet hakkında bir söz ve selahiyeti yoktur.” (Kenzu’l-Ummâl, I/546)
Cenâb-ı Hakk, çeşitli vesileleri kullanarak insanları hidâyete, sırat-ı müstakime davet eder. Ancak, hidâyete gelince, onu bizzat kendi meşietine bağlar. Dilediğini hidâyete erdirir, dilediğini de dalâlette bırakır.
Kur’an-ı Kerim hidâyet kaynağıdır.
Peygamberler hidayet rehbiridir.
“Ey Habibim!. İşte sana da buyruğumuzla Cebrâil’i gönderdik. Sen kitap nedir, iman nedir, bilmezdin. Fakat biz onu, kullarımızdan dilediğimizi onunla doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz sen de insanlara göklerin ve yerin sahibi olan Allah’ın yolunu, doğru yolu göstermektesin. İyi bilin ki, işler sonunda Allah’a döner.” (Şûra, 42/52-53).
Ona râcî olmayan hiçbir iş gösterilemez. Dalâleti, Mudill isminin iktizâsıyla yaratan, hidayeti, Hâdi isminin tecellisine bağlayan ancak Allah’dır. Demek ki, ikisini veren de Hak’tır.
Allah hidayet eder ve hidayetinin vesileleri vardır. Camiye gelme, nasihat dinleme, fikren tenevvür etme hidayetin yollarıdır. Kur’an-ı Kerim’i dinleme, ma’nâsını tedkik ve derinliklerine nüfuz etme, hidâyet yollarındandır. Evet, câmiye geliş küçük bir mübâşerettir. Ama Allah (cc), camiye gelişi hidâyete vesile kılar. Hidâyet eden Allah’tır; fakat bu hidayete ermede Allah’ın kapısını, “kesb” ünvanıyla döven kuldur.
Demek oluyor ki; hidâyet eden de, dalâleti veren de Allah’tır. Ama bir kimse dalâletin yoluna girdiyse, Allah (cc) da binde 999,9 ötesi kendisine ait işi yaratır; -tıpkı düğmeye dokunma gibi-, sonra da insanı, dalâlete meyil ettirir. O arzusundan ötürü de ya cezalandırır veya afveder.
Kur’an-ı Azimüşşan bu meseleyi biraz daha açmaktadır.
“Ona kötülüğünü ve takvasını ilham etti” (Şems; 91/8)
Ona gerek iyi gerekse kötü yolu gösterdi:
“Ona iki yol gösterdik.” (Beled; 90/ıo)
” İşte bu bir öğüttür. Dileyen, Rabbine ulaştıran bir yol tutar.” (İnsan; 76/29)
“Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin. “(Kehf; 18/29)
Bir yandan insanı kandırmak ve kötü yola düşürmek için ezelî düşmanı şeytan vardır ki, ona kötü yolu süslü olarak gösterir ve doğru yoldan sapması için teşvik eder:
“İblis: “Ey Rabbim, beni azdırdığın şeye karşılık ben de yeryüzünde onlara fenalıkları süsleyeceğim ve hepsini azdıracağım.” (Hicr; 15/39)
Doğru yoldan sapan ve sapıklığı benimseyen bir kişinin vicdanında onu doğru yola davet etmeye devam eden İlahi bir güç yine varolur. Ancak kendi sapkınlığında ısrar etmesi halinde bu güç zayıflar ve dalâlet hastalığı iyice büyür:
“Onların kalplerinde hastalık vardır. Allah hastalıklarını artirdı.” (Bakara; 2/10)
“Gerçekten biz her şeyi bir takdir (ölçüy) le yarattık.” (Kamer; 54/49)
“Allah emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir kader tayin etmiştir.” (Talak; 65/3)
“O, bütün kulları üzerinde kahirdir.” (En’am, 6/18)
“Allah Dârü’s-Selâma çağırır. Dilediğini de doğru yola eriştirir.” (Yûnus, 10/25)