Hafız Ebu Nuaym el-İsfahanî, Ebu Umame’den rivayet ederek Rasûlullah (sav)’in ashabına şöyle dediğini nakleder:

– “Size Hızır’dan söz edeyim mi?” Evet, Ya Rasûlullah!. dediler.

Rasûlullah!. Buyurdu ki:

– “Günün birinde İsrailoğullarının pazarında Hızır dolaşmakta iken, efendisi ile mükâtebelik (karşılıklı andlaşma) akdi yapmış bir köleyle karşılaştı. Köle:

– “Bana sadaka ver, Allah senin malına bereket katsın.” deyince Hızır şu cevabı verdi:

– “Ben Allah’a inanmışım ki, onun dilediği bir şey olur. Fakat be­nim yanımda sana verecek bir şey yoktur.”

O düşkün (köle) şöyle dedi:

– “Ben Allah rızası için senden istedim ama sen bana sadaka olarak bir şey vermedin. Senin yüzünde semaya baktım ve bereketin sende olaca­ğını ümit ettim.”

Hızır ona şu cevabı verdi:

“Emin ol ki bende sana vere­cek bir şey yoktur. Ancak beni alıp pazarda satarsan, bedelim senin ol­sun.”

Köle şöyle dedi:

“Bu doğru olur mu?”

Hızır ona şu cevabı verdi:

“Evet, ben sana gerçeği söylüyorum. Sen büyük bir zatın adına benden dilekte bulundun, ben senin önünde Rabbimin kıymetini yere düşürmem. Sen beni sat ve bedelini al.”

Köle, Hızır’ı alıp pazara götürdü ve dört yüz dirheme sattı. Hı­zır, kendisini satın alan adamın yanında bir süre kaldı, bir gün ona şöyle dedi:

– “Sen beni faydalanmak için satın aldın. Bana bir iş söyle de yapa­yım.” Efendisi ona şöyle dedi:

– “Seni zahmete sokmak istemiyorum. Sen yaşlı ve zayıf bir adamsın.” Hızır:

– “Hayır, çalışmak benim ağırıma git­mez” dedi.

Efendisi de:

– “Öyle ise şu taşları taşı” dedi.

O taşları bir günde ancak altı kişi taşıyabilirdi. Taşları taşıma emrini verdikten son­ra efendisi, bazı işlerini görmek için dışarı gitti. Döndüğünde Hızır’ın, bir saat içinde o taşları taşımış olduğunu gördü. Hızır’a:

– “Güzel yaptın, iyi iş becerdin. Bunu yapabileceğini zannetmiyordum” dedi.

Sonra efendisi­nin bir sefere çıkması gerekiyordu. Hızır’a şöyle dedi:

– “Seni güvenilir bir kimse tanıyorum. Ben seferde iken aileme güzelce bak.” Hızır:

– “Bana yapacağım bir iş söyle” dedi. Efendisi de:

– “Ben seferden dönünceye ka­dar evim için kerpiç dök” dedi ve çekip sefere gitti.

Döndüğünde binası­nın dahi yapılmış olduğunu gördü:

– “Allah rızası için söyle, senin yolun, se­nin işin nedir?” diye sordu.

Hızır da şu karşılığı verdi:

“Sen Allah adına bana soru sordun. Allah adına benden dilekte bulunan bir kimse beni köleliğe düşürdü. Allah rızası için köle oldum. Kim olduğumu sana bil­direceğim. Ben adını duymuş olduğun Hızır’ım.

Düşkün bir kimse, ben­den bir sadaka istedi. Fakat yanımda ona verecek bir şeyim yoktu. Allah rızası için benden istediği için ben de kendi nefsimi ona bağışla­dım. Beni götürüp pazarda sattı. Köle olarak senin yanına geldim.

Sana şunu diyeyim ki bir kimseden Allah rızası için bir şey istenilir de o, iste­nilen şeyi vermeye muktedir olduğu halde isteyeni geri çevirirse, kıya­met gününde hareket edemeyecek derecede bir deri bir kemik kalır.”

Efendisi olan adam ona şöyle dedi:

– “Allah’a iman ettim. Ey Allah’ın peygamberi!. Bilmeden sana eziyet ettim.”

Hızır ona şöyle dedi:

“Zararı yok. Sen iyi davrandın.”

Adam, kendisine şöyle bir teklifte bulundu.

– “Ey Allah’ın peygamberi, anam babam sana feda olsun. Ailem ve malım hakkında nasıl dilersen öylece hüküm ver. Ya da dilersen seni azad edeyim ve ser­best bırakayım.”

Hızır da:

– “Sen beni azad edip serbest bırak ki Rabbime ibadet edeyim” dedi.

Böyle deyince adam da onu serbest bıraktı ve hür­riyetine kavuşturdu. Hızır şöyle dedi:

– “Beni köleliğe düşüren sonra da kölelikten kurtaran Allah’a hamd olsun.” (İbn el-Cevzî bu hadisi, “Acaletü’l-Muntazir fi şerhi Hali’l-Hızır” adlı eserinde Abdü’l-Vehhab b. Dahhak kanalı ile rivayet etmiştir.)

 

adarselim@gmail.com