İsrâîloğulları Tih Çölünde güneşin sıcaklığında; bir bulut parçası hep onlara gölge oldu. Fakat bu yolculukta azıkları bitti, açlık tehlikesiyle karşı karşıya kaldılar. İsrâiloğulları, Mûsâ (as)’dan yemek istediler. Mûsâ (as) Rabbine dua etti. Allah duasını kabul etti ve bir mu’cize olarak:
وَاَنْزَلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰى
“Üzerinize kudret helvası / menn’i ve bıldırcını / selva’yı indirdik.” (Bakara, 2/57, Araf, 7/160) buyurdu.
Bu vakıa Tevrat’ın; çıkış kitabı 16/13 bölümünde şöyle anlatılır:
“Vaki oldu ki akşamleyin bıldırcınlar çıkıp ordugâhı kapladılar ve sabahleyin ordugâhın etrafına çiğ düşmüştü. Düşmüş olan çiğ kalkınca, işte çölün yüzündeki toprağın üzerinde kırağı gibi küçük, YUVARLAK BİR ŞEY vardı. İsrâîloğulları bunu görünce birbirine dediler ki:
– Bu nedir? Çünkü onun ne olduğunu bilmiyorlardı. Mûsâ onlara dedi ki:
– Bu, Rabbın yemek için size verdiği ekmektir. Rabbın emrettiği şey budur. Sabaha kadar hiç kimse ondan bırakmasın. Fakat Musa’yı dinlemediler; bazıları ondan sabaha kadar bıraktılar ve kurtlanıp koktu.” (AKT, C. Y)
Bu mucize Kur’an-ı Kerimde ise şöyle anlatılmaktadır:
“Biz onları on iki kabile hâlinde topluluklara ayırdık. (Tîh sahrasında susuzluktan sıkılan) kavmi Mûsâ’dan su istediğinde biz ona, “Asânı taşa vur” diye vahyettik. (Vurunca) taştan on iki pınar fışkırdı. Herkes (kendi) su içeceği yeri bildi.
وَظَلَّلْنَا عَلَيْهِمُ الْغَمَامَ وَاَنْزَلْنَا عَلَيْهِمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰى كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَمَا ظَلَمُونَا وَلٰكِنْ كَانُوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
Üzerlerine bulutu da gölgelik yaptık ve onlara kudret helvası ve bıldırcın indirdik. “Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin iyi ve temiz olanlarından yiyin” (dedik). Onlar bize zulmetmediler, fakat kendi nefislerine zulmediyorlardı.” (Araf, 7/160)
وَظَلَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْغَمَامَ وَاَنْزَلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰى كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَمَا ظَلَمُونَا وَلٰكِنْ كَانُوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
“Bulutu üstünüze gölge yaptık. Size, kudret helvası ile bıldırcın indirdik. “Verdiğimiz rızıkların iyi ve güzel olanlarından yiyin” (dedik). Onlar (verdiğimiz nimetlere nankörlük etmekle) bize zulmetmediler, fakat kendilerine zulmediyorlardı.” (Bakara, 2/57)
يَا بَنٖى اِسْرَایٖٔلَ قَدْ اَنْجَيْنَاكُمْ مِنْ عَدُوِّكُمْ وَوٰعَدْنَاكُمْ جَانِبَ الطُّورِ الْاَيْمَنَ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰى
“Ey İsrailoğulları!. Sizleri düşmanınızdan kurtardık, size Tûr dağının sağ yanını va’dettik ve size kudret helvası ile bıldırcın indirdik. Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin temiz ve helal olanlarından yiyin. Bu konuda aşırıda gitmeyin, yoksa üzerinize gazabım iner. Kimin üzerine de gazabım inerse, muhakkak o mahvolur.” (Taha, 20/80-81)
Ayetlerde geçen الْمَنَّ وَالسَّلْوٰى “Menn ve Selva / kudret helvası ve bıldırcın” dan oluşan seçkin yemeklerin kendilerine verilmesi bir mucizedir. Ancak şu da rivayet olunuyor ki, bunları; “Temiz temiz, taze taze yiyiniz.” denildiği halde dinlememişler, biriktirmeye, toplayıp yığmaya başlamışlar ve bunun üzerine nimet kesilmiş, zaruret ve sıkıntı içinde kalmışlar. (HDKD, Elmalılı M. H. Yazır)
Ayetlerde geçen وَمَا ظَلَمُونَا lafzının manası;
“Bu nimetleri inkâr etmek suretiyle veya almaları gereken miktardan fazlasını alarak veyahut da bu çeşit yiyeceklerden başkasını isteyerek kendilerine zulmettiler” demektir.
وَاِذْ قُلْتُمْ يَا مُوسٰى لَنْ نَصْبِرَ عَلٰى طَعَامٍ وَاحِدٍ فَادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُخْرِجْ لَنَا مِمَّا تُنْبِتُ الْاَرْضُ مِنْ بَقْلِهَا وَقِثَّائِهَا وَفُومِهَا وَعَدَسِهَا وَبَصَلِهَا قَالَ اَتَسْتَبْدِلُونَ الَّذٖى هُوَ اَدْنٰى بِالَّذٖى هُوَ خَيْرٌ اِهْبِطُوا مِصْرًا فَاِنَّ لَكُمْ مَا سَاَلْتُمْ
Hani, “Ey Mûsâ! Biz bir çeşit yemeğe asla katlanamayız. O hâlde, bizim için Rabbine yalvar da, o bize yerden biten sebze, kabak, sarımsak, mercimek, soğan versin” demiştiniz. O da size, “İyi olanı düşük olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Öyle ise inin / dönün şehre (Mısır’a)!. İstedikleriniz orada var” demişti.
وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ وَبَاؤُ بِغَضَبٍ مِنَ اللّٰهِ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَانُوا يَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيّٖنَ بِغَيْرِ الْحَقِّ ذٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ
Böylece zillet ve yoksulluk onları kapladı. Onlar, Allah’ın gazabına uğradılar. Bunun sebebi, onların; Allah’ın ayetlerini inkâr ediyor, peygamberleri de haksız yere öldürüyor olmaları idi. Bütün bunların sebebi ise, İSYAN ETMEK ve AŞIRI GİTMEKTE oluşlarıydı.” (Bakara, 2/61) ayeti onların durumlarını açıkça beyan etmektedir.
İsrail oğullarına, ayette sözü edilen alçaklık ve yoksulluk damgasının vurulmasının sebebi; Allah’ın ayetlerini inkâr etmeleri ve Şa’yâ, Zekeriyya ve Yahya (as) gibi Peygamberleri öldürmeleri gösterilmiştir. (Elmalılı, HDKD, I, 310)
Allah’ın nimetlerini inkâr ederek azanlardan olmayın. İhtiyacınızdan fazla rızık almaya kalkışmayın. Aşırı giderek haddi aşmayın. İsraftan, azgınlıktan, masiyetleri işlemekten, haklara tecavüz etmekten uzak durun. Size vermiş olduğum emirlere muhalefet etmeyin, ederseniz gazabım üzerinize iner, cezam sizi bulur. (Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir)
Yine rivayetlerin bildirdiğine göre Yüce Allah onlara bu çöl ortasında ağaçların üzerinde bulabildikleri, bal gibi tatlı “kudret helvası” ile kolayca yakalayabildikleri bol miktarda “bıldırcın kuşu” bağışlamış, böylece hem uygun yiyeceklere ve hem de huzurlu bir yaşam ortamına kavuşmuşlar, sözünü ettiğimiz bu yiyecekler de kendilerine helâl kılınmıştı.
“Üzerlerine bulutu da gölgelik yaptık ve onlara kudret helvası ve bıldırcın indirdik. “Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin iyi ve temiz olanlarından yiyin” (dedik). Onlar bize zulmetmediler, fakat kendi nefislerine zulmediyorlardı.” (Araf, 7/160)
Kur’an’da üç yerde geçen “onlara kudret helvası ve bıldırcın eti indirdik” beyanında ki; “Enzele / indirmek” olabileceği gibi, yaratmak anlamında da olabilir. Mesela Allah demiri de indirdik diyor. Aslında, onu yaratıyor veya ortaya çıkarıyor demektir. Zaten Arap dili uzmanlarına göre, menn tabiri yalnızca, bazı çöl bitkileri tarafından salgılanan tatlı, sakızımsı bir madde için değil, aynı zamanda elde etmek için herhangi bir çaba göstermeden bir “lütuf ve ikram olarak” insana bahşedilen şeyleri ifade için de kullanılmaktadır.
Bunun gibi, selvâ tabiri de, sadece “bıldırcın” anlamında değil, aynı zamanda, “mahrumiyetten sonra insanı doyuran, mutlu eden şey” anlamında da kullanılmaktadır (Kamûs).
Bunun içindir ki, bu iki terim bir arada, deyimsel olarak, Allah’ın Hz. Musa’nın halkına emek ya da çabalarına karşılık olmaksızın kendiliğinden bahşettiği rızıkları, nimetleri ifade etmektedir. (M. Esed, Tefsiru’l Mesaj)
Bir kavle göre de “menn” den maksat ekmektir, “selvadan” maksat da katıktır. (ÖNB, B.Kuran Tefsiri) Denebilir ki, Menn bala benzer kudret helvası, Selva ise eti en güzel kuşlardan olan bıldırcındır.
Yüce Allah, İsrailoğullarına çöldeki yolculukları sırasında gökten “kudret helvası” ve “bıldırcın eti” indirmişti. “Kudret helvası” bir tür ağacın yapraklarında biriken tatlı bir maddedir. “Bıldırcın” ise eti yenen bir kuş türüdür. Yüce Allah onlara bu kolay elde edebildikleri, kolay sindirimli yiyecekleri çöl ortasında sunuyordu. Kupkuru çölde gerçekleşen bu nimet bağışı, Yüce Allah’ın onlara yönelik gözetiminin somut bir göstergesiydi. Bu gözetim onların gündelik yiyeceklerini bile sağlamayı üstleniyor, yemeklerini en kısa yoldan önlerine getiriyordu. (FZK, Seyyid Kutub)
Müfessirler, kudret helvası anlamına gelen menn’in ne anlama geldiği konusunda değişik görüşler serdetmişlerdir. İbn Abbâs şöyle demiş: Kudret helvası, onların üzerine ağaçlara iniyordu ve onlar bu helvadan istedikleri şekilde yiyip besleniyorlardı. Mücâhid kudret helvasının yapışkan bir şey olduğunu söyler. İkrime ise kudret helvasının çiğ gibi bir şey olduğunu ve Allah’ın onların üzerine indirdiğini bildirir.
Katâde der ki; kudret helvası, onların bulunduğu yere kar iner gibi iniyordu. Sütten daha beyaz, baldan daha tatlıydı. Fecrin doğuşundan, güneşin doğuşuna kadar olan sürede iniyordu. Ve herkes, o gün kendisine yetecek kadar alıyordu, daha fazlasını alınca bozuluyor, kalmıyordu. (HDKD, Elmalılı M. H. Yazır)
Bu husustaki delil Buhârî’nin şu rivayetidir: Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuş:
«Mantar kudret helvâsındandır ve onun suyu göz için şifâdır.»
Hadîsçiler kitaplarında bu hadise yer verirler. Ancak Ebu Dâvûd yer vermez. (İmâm Ahmed, Tirmizî, Buhârî, Müslim, Nesaî)
Bir başka hadiste de;
«İyi hurma “El-Acve” cennetten gelmedir ve onda zehirlenmenin şifâsı vardır. Mantar, kudret helvâsındandır ve onun suyu göz için şifâdır.» Bu rivayeti yalnızca Tirmizî nakletmiştir. (İbn-i Kesir)
MENN VE SELVA
Bu iki rızık Allah’ın verimsiz arazide İsrailoğulları’nı doyurmak için verdiği nimetlerdi. Menn hakkında iki görüş mevcuttur:
Birincisi “Menn”, kudret helvası demektir. Onlar için ekmek yerine geçiyordu. Sabahleyin ağaç yaprakları üzerinde ve başka yerlerde toplanan çiğ gibi tatlı bir şeydi. Menn: Sabah tan yeri ağardığından güneşin doğduğu vakte kadar taşlar ve ağaç yaprakları üzerine semadan düşen nemli yumuşak bir tatlı idi. Selva da güney rüzgârlarının sürüklediği bıldırcın kuşudur. İsrailoğulları’ndan her bir kişi bunlardan yetecek kadarını alırdı. (Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir)
Eğer, bu bir mucize değil de, Yahudilere yapılan bir ikram ise yine anlaşılabilen yönü vardır. Çünkü “kudret helvası” ndan maksat, gökten / yukarılardan ağaçların yapraklarına yağan ve kaynatılarak pekmez yapılan bir madde olmasını düşünmekte dinî hiçbir sakınca yoktur. Diğer yiyeceğin -yine gökte uçan ve herkesin bildiği “bıldırcın eti” olması ihtimalini daha da güçlendirmektedir. (http://www.sorularlaislamiyet.com)
Yine dişbudak / Fraxinus omus ağacının torba şeklinde ve içi sıvı dolu yerine yapılan kesiklerden çıkan bir sıvıda olabilir. Terkibinde Mannit şekeri vardır. Yuvarlak, yassı, billuri, kuru parçalardır. Rengi soluk sarımsı ve içi beyazdır. Kokusu bala benzer. Lezzeti şekerlidir. Suda kolay erir.
Bu çiçekli “Dişbudak (Fraxinus omus)” ağacı on metreye kadar boylanabilen, beyaz çiçekli bir ağaçtır. İçerisinde saponin, reçine, glikozit, mannitol ve şeker bulunur. Etkili ve kolay kullanılan, hoş bir “müshil” olan, özellikle çocuklarda görülen kabızlıklarda kullanılması faydalıdır. Kabuklarında açılan yarıklardan sızan özsu toplanıp kurutulduktan sonra su ya da süt içerisinde eritilerek içmek suretiyle kullanılır. Beyaz çiçekleri ve canlı yeşil yapraklarından dolayı park ve bahçelerde süs bitkisi olarak da yetiştirilir.
Mantarların besin maddesi olarak kullanılmasının yanında tedavi maksatlı kullanılması yeni bir keşif sayılmaz.
İkincisi Hz. Muhammed (sav):
“Mantar kudret helvası cinsindendir. Suyu göze şifadır.” buyurarak bu besine dikkat çekmiştir. Yine Tirmizi’de yer alan bir rivayete göre halk:
– “Mantar toprağın çiçek hastalığıdır” deyince Resulullah Efendimiz (sav):
– “Mantar (Allah’ın İsrail oğullarına nimet olarak lütfettiği kudret helvası denen) menn’dendir. Suyu göz için şifadır” buyurmuştur.
Ebu Hüreyre konuya şöyle bir ilâvede bulunur:
“Ben üç veya yedi mantar aldım. Onları sıkıp suyunu bir şişeye koydum. Gözünde rahatsızlığı olan bir hizmetçime tatbik ettim. İyileşti.”
Bir başka hadiste şöyle geçer;
“Mantar, Beni İsrail’e indirilen kudret helvasındandır.”
Cenab-ı Hakk’ın İsrailoğullarına gökten indirdiği menn / kudret helvası, tek çeşit yani sadece ağaçların üzerine inen maruf tatlı madde değildir. Bunun birçok çeşidi vardır. Bir çeşidi ağaca inmiş ise, bir başka çeşidi de yerden çıkmıştır, mantar yerden çıkandır ve ağaçlar üzerinde de mantarlar oluşmakta ve toplanarak yenmekle birlikte, ilaç sanayide de kullanılmaktadır. Muhtemeldir ki, İsrailoğullarına inen “menn / kudret helvası”nın arasında mantarda vardır. Yüce Allah Tih çölünde onlara ekmeğin yerini tutmak üzere de mantarı lutfetmiştir. (İ. Canan, Kütüb-i Sitte)
Menn gökten çiğ damlası gibi dökülüyor, bıldırcın / selva’nın ise binlercesi uçuyordu. Nimetler o denli boldu ki, İsrailoğulları’nın tümü kırk yıl boyunca açlık ve kıtlık çekmeksizin bu nimetlerle beslendiler. (Mevdudi, Tefhimu’l Kur’an)
Yukarıda izahına çalıştığımız “menn / kudret helvası”na farklı birkaç anlayışla bakılabilir. Ancak “menn / kudret helvası” mantardır desem, yanlış söylemiş sayılır mıyım bilemem? En iyisini Allah bilir. Vel ilmu indallah, la yağlemu’l gaybe illallahu. Yani “Gerçek ilim, Allah katındadır. Allahtan başka gaybı kimse bilmez.”
adarselim@gmail.com