7- SUAL: Musibet ve hastalıklarda insanların şekvaya hakları var mı?
Elcevab: Musibet ve hastalıklarda insanların şekvaya üç vecihle hakları yoktur.
1- Cenab-ı Hak, insana giydirdiği vücud libasını san’atına mazhar ediyor. İnsanı bir model yapmış, o vücud libasını o model üstünde keser, biçer, tebdil eder, tağyir eder; muhtelif esmasının cilvesini gösterir.
2- Hayat musibetlerle, hastalıklarla tasaffi eder, kemal bulur, kuvvet bulur, terakki eder, netice verir, tekemmül eder; vazife-i hayatiyeyi yapar.
3- Şu dâr-ı dünya, meydan-ı imtihandır ve dâr-ı hizmettir; lezzet ve ücret ve mükâfat yeri değildir. Madem dâr-ı hizmettir ve mahall-i ubudiyettir; hastalıklar ve musibetler, dinî olmamak ve sabretmek şartıyla o hizmete ve o ubudiyete çok muvafık oluyor ve kuvvet veriyor. Ve herbir saati, birgün ibadet hükmüne getirdiğinden şekva değil, şükretmek gerektir.
Hem şekva, bir haktan gelir. Senin bir hakkın zayi’ olmamış ki şekva ediyorsun.
Çünkü senin vücudun ve âza ve cihazatın, senin mülkün değildir.
-
Sen onları yapmamışsın,
-
Başka tezgâhlardan satın almamışsın,
-
Ana ve babadan da miras kalmamış,
-
O vücudu yolda bulmuş, lakita olarak temellük de etmiş değilsin.
Demek başkasının mülküdür. Öyle ise, onların mâliki, mülkünde istediği gibi tasarruf eder. Cenab-ı Hak, insana giydirdiği vücud libasını san’atına mazhar ediyor. İnsanı bir model yapmış, o vücud libasını o model üstünde keser, biçer, tebdil eder, tağyir eder; muhtelif esmasının cilvesini gösterir. Şâfî ismi hastalığı istediği gibi,
Rezzak ismi de açlığı iktiza ediyor. Ve hâkeza…
مَالِكُ الْمُلْكِ يَتَصَرَّفُ فِى مُلْكِهِ كَيْفَ يَشَاءُ
“Mülkün sahibi, mülkünde dilediği gibi tasarruf eder.”
Nasıl mı?
Madem hayat, esma-i hüsnanın nukuşunu gösterir. Hayatın başına gelen herşey hasendir.
Meselâ: Gayet zengin, nihayet derecede san’atkâr ve çok san’atlarda mahir bir zât; âsâr-ı san’atını, hem kıymetdar servetini göstermek için âdi bir miskin adamı, modellik vazifesini gördürmek için, bir ücrete mukabil bir saatte murassa’, musanna’ yaptığı gömleği giydirir, onun üstünde işler ve vaziyetler verir, tebdil eder. Hem her nevi san’atını göstermek için keser, değiştirir, uzaltır, kısaltır.
Acaba şu ücretli miskin adam o zâta dese:
– “Bana zahmet veriyorsun. Eğilip kalkmakla vaziyet veriyorsun, beni güzelleştiren bu gömleği kesip kısaltmakla güzelliğimi bozuyorsun” demeğe hak kazanabilir mi?
“Merhametsizlik, insafsızlık ettin” diyebilir mi?
Musibet ve hastalıklara şöyle bakmak gerekir:
“Beterin beteri vardır” bir kaidedir.
“Mesela, senin elin kırık ise, kesilmiş ellere bak! Bir gözün yoksa iki gözü de olmayan a’malara bak! Bir ayağın yoksa kötürümlere bak! Allah’a şükret.
Eğer malın ve servetin yok olduysa sıhhatine, İslamiyet’ine ve iman zenginliğine bak! Şayet bütün vücudun yara bere içindeyse iman ve aklının varlığına şükret.
***
8- SUAL: Musibetlere giriftar olunduğunda ne yapılmalı?
Elcevab: Yağmursuzluk bir musibettir ve ceza-yı amel bir azabdır.
Buna karşı
ağlamakla
ve hüzün ve kederle,
niyaz ve hazînane yalvarmakla
ve pek ciddî nedamet
ve tövbe ve istiğfar ile karşılamak
ve sünnet-i seniye dairesinde,
bid’alar karışmadan,
şeraitin tayin ettiği tarzda dergâh-ı İlahiyeye iltica etmek ve dua ve o hale mahsus ubudiyetle mukabele etmektir.
Hem böyle UMUMÎ MUSİBETLER, ekser nâsın hatasından geldiği cihetle, O İNSANLARIN EKSERİ, -KISM-I A’ZAMI- tövbe ve nedamet ve istiğfar etmekle def’olur. (EL-1)
***
9- SUAL: Musibetlere karşı sabır ve mukavemet nasıl olmalı?
Elcevab: Darb-ı mesel olan şöyle bir söz var:
مَنْ آمَنَ بِالْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ الْكَدَرِ
“Kadere iman eden, gamlardan kurtulur.”
“Her şey, Cenab-ı Hakk’ın takdiriyledir” olduğunu düşünmekle sabır ve mukavemet gösterilebilir.
Kazaya rıza, kadere teslim İslâmiyetin bir şiarıdır.
Madem onun rububiyetine razıyız, o rububiyeti noktasında verdiği şeye rıza lâzım. Kaza ve kaderine itirazı işmam eder bir tarzda “Ah! Of!” edip şekva etmek; bir nevi kaderi tenkiddir, rahîmiyetini ittihamdır.
Kaderi tenkid eden, başını örse vurur kırar. Rahmeti ittiham eden, rahmetten mahrum kalır. Kırılmış el ile intikam almak için o eli istimal etmek, nasıl kırılmasını tezyid ediyor. Öyle de: Musibete giriftar olan adam, itirazkârane şekva ve merakla onu karşılamak, musibeti ikileştiriyor.
Sizlere soruyorum:
Faraza “rüyada az bir sıkıntı çekeceksin, ama uyanınca ömür boyu rahat edeceksin denilse, kısa bir anlık sıkıntıya severek katlanmaz mısınız? Bu dünya hayatı bir rüya, ahiret hayatı ise ebedîdir.
وَمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا اِلَّا لَهْوٌ وَلَعِبٌ وَاِنَّ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ لَهِىَ الْحَيَوَانُ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ
“Bu dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Âhiret yurdu ise gerçek hayatın kendisidir. Bunu bir bilselerdi!.” (Ankebut, 29/64)
~~9.51~
قُلْ لَنْ يُصٖيبَنَا اِلَّا مَا كَتَبَ اللّٰهُ لَنَا هُوَ مَوْلٰینَا وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
“Bizim başımıza ancak, Allah’ın bizim için yazdığı şeyler gelir. O bizim Mevlamızdır. Öyleyse mü’minler, yalnız Allah’a tevekkül etsinler.” (Tevbe, 9/51)
اِنَّمَا يُوَفَّى الصَّابِرُونَ اَجْرَهُمْ بِغَيْرِ حِسَابٍ
“Ancak sabredenlerin mükâfatları hesabsız verilir” (Zümer, 39/10)
Resulü Ekrem (sav):
“Mü’minin sabrettiği her şeye mükâfat verilir” (Müsned-i Ahmed, I, 173)
“Mükâfatın büyüklüğü belânın büyüklüğü ile orantılıdır. Allah sevdiklerine bela verir. Kim razı olursa Allah’ın rızasını kazanır; kim de isyan ederse o da Allah’ın gazabına uğrar” demiştir. (Canan, XIII, 288, hn: 4696; Râmûz-ul Ehâdis, 175, hn: 1637)
Sabır ve tahammül etmek;
Cenab-ı Hakk’ın insana verdiği sabır kuvvetini evham yolunda dağıtmazsa, her musibete karşı kâfi gelebilir. Fakat vehmin tahakkümüyle ve insanın gafletiyle ve fâni hayatı bâki tevehhüm etmesiyle, sabır kuvvetini
mazi
ve müstakbele dağıtıp
hâl-i hazırdaki musibete karşı sabrı kâfi gelmez, şekvaya başlar. Âdeta (hâşâ) Cenab-ı Hakk’ı insanlara şekva eder.
Geçmiş herbir gün, musibet ise zahmeti gitmiş, rahatı kalmış; elemi gitmiş, zevalindeki lezzet kalmış; sıkıntısı geçmiş, sevabı kalmış. Bundan şekva değil, belki mütelezzizane şükretmek lâzım gelir. Onun o geçmiş fâni ömrü, musibet vasıtasıyla bâki ve mes’ud bir nevi ömür hükmüne geçer. Onlardaki âlâmı vehim ile düşünüp bir kısım sabrını onlara karşı dağıtmak, divaneliktir.
Amma gelecek günler ise madem daha gelmemişler; içlerinde çekeceği hastalık veya musibeti şimdiden düşünüp sabırsızlık göstermek, şekva etmek, ahmaklıktır.
“Yarın, öbür gün aç olacağım, susuz olacağım” diye bugün mütemadiyen su içmek, ekmek yemek, ne kadar ahmakçasına bir divaneliktir.
Öyle de gelecek günlerdeki, şimdi yok olan musibet ve hastalıkları düşünüp, şimdiden onlardan müteellim olmak, sabırsızlık göstermek, hiçbir mecburiyet olmadan kendi kendine zulmetmek öyle bir belâhettir ki, hakkında şefkat ve merhamet liyakatını selbediyor.
Ey musibete mübtela olmuş insan!.
Bu saati düşün; sendeki sabır kuvveti bu saate kâfi gelir.
Divane bir kumandan gibi yapma ki:
“Sol cenah düşman kuvveti onun sağ cenahına iltihak edip ona taze bir kuvvet olduğu halde, sol cenahındaki düşmanın sağ cenahı daha gelmediği vakitte, o tutar, merkez kuvvetini sağa sola dağıtıp merkezi zaîf bırakıp, düşman edna bir kuvvet ile merkezi harab eder.”
Ey musibetzede, sen bunun gibi yapma, bütün kuvvetini bu saate karşı tahşid et. Rahmet-i İlahiyeyi ve mükâfat-ı uhreviyeyi ve fâni ve kısa ömrünü, uzun ve bâki bir surete çevirdiğini düşün ve sabır içinde şükret. Çünki şükür, nimeti ziyadeleştirir, gafleti kaçırır. Evet nasılki şükür nimeti ziyadeleştirir.. öyle de şekva; hastalığı, musibeti tezyid eder. (L)
Hem imanla insanın kalbinde öyle bir kuvve-i maneviye husule gelir ki, insan o kuvvet ile her musibete, her hâdiseye karşı mukavemet edebilir. (İİ)
Elhasıl: Nasıl şükür, nimeti ziyadeleştiriyor; öyle de şekva, musibeti ziyadeleştirir hem merhamete liyakatı selbeder.
***
10- SUAL: Musibet ve hastalıklardaki elem ve tevahhuş ve korkmanın sebebi nedendir?
Elcevab: Ey Hâlık’ını tanıyan hasta ve musibetzede!. Musibet ve hastalıklardaki elem ve tevahhuş ve korkmak ise; bunlar bazan ölüme vesile olduğu cihetindendir. Ölüm, nazar-ı gaflet ve zahirî cihetinde dehşetli olduğundan, ona vesile olabilen musibet ve hastalıklar korkutuyor, telaş veriyor.
Evvelâ bil ve kat’î iman et ki:
“Ecel mukadderdir, tegayyür etmez.”
Çok ağır hastaların başında ağlayanlar ve sıhhatleri yerinde olanlar ölmüşler, o ağır hastalar şifa bulup yaşamışlar.
Ey lüzumsuz merak eden hasta ve musibetzede! Sen, musibet ve hastalığın ağırlığından merak ediyorsun. O merakın, senin musibet ve hastalığını ağırlaştırır. Musibet ve hastalığın hafifleşmesini istersen, merak etmemeye çalış. Yani musibet ve hastalığın faidelerini, sevabını ve çabuk geçeceğini düşün, merakı kaldır, musibet ve hastalığın kökünü kes.
Evet, merak, musibet ve hastalığı ikileştirir; maddî musibet ve hastalığın altında merak ile manevî bir musibet ve hastalığı kalbine verir; maddî musibet ve hastalık ona dayanır, devam eder. Eğer teslimiyetle, rıza ile, musibet ve hastalığın hikmetini düşünmekle o merak gitse, o maddî musibet ve hastalığın mühim bir kökü kesilir, hafifleşir, kısmen gider. Hususan evhamla bir dirhem maddî musibet ve hastalık, bazan merak vasıtasıyla on dirhem kadar büyür. Merak kesilmesiyle, o musibet ve hastalığın onda dokuzu gider.
Merak, musibet ve hastalığı ziyade ettiği gibi, hikmet-i İlahiyeyi ittiham ve rahmet-i İlahiyeyi tenkid ve Hâlık-ı Rahîm’inden şekva hükmünde olduğu için, aks-i maksadıyla tokat yer, musibet ve hastalığını ziyadeleştirir. Evet, nasılki şükür nimeti ziyadeleştirir… öyle de şekva; hastalığı, musibeti tezyid eder. Hem merakın kendisi de bir hastalıktır. Onun ilâcı, hastalığın hikmetini bilmektir. Madem hikmetini, faidesini bildin; o merhemi meraka sür, kurtul. “Ah!” yerine “Oh!” de, “Vâ-esefâ!” yerine “Elhamdülillahi alâküllihal” söyle.
Evet, Allah’ı tanımayanın dünya dolusu bela başında vardır. Allah’ı tanıyanın dünyası nurla ve manevî sürurla doludur. Derecesine göre iman kuvvetiyle hisseder. Bu imandan gelen manevî sürur ve şifa ve lezzet altında, cüz’î maddî hastalıkların elemi erir, ezilir. (L)
***
NETİCE-İ KELAM:
Hz. Peygamber (sav) şöyle der:
“Mü’minin hali ne güzeldir! Eğer bir nimete mazhar olsa şükreder, sevap kazanır. Bir musibete uğrasa sabreder, yine sevap kazanır” (Davudoğlu, XI, hn: 2999) Rabbim bizleri Mü’min olarak yaşayıp ve mü’min olarak ölmeyi nasip etsin!. Amin.
“Marîz bir asrın, hasta bir unsurun, alîl bir uzvun reçetesi; İTTİBA’-I KUR’AN VE SÜNNET-İ SENİYYEDİR” (Mh)
EL1 : Emirdağ Lahikası-1
L : Lem’alar
İİ : İşaretü’l İ’caz
Mh : Muhakemat
adarselim@gmail.com