Kuran’da Güneş ve Ay’dan bahseden ayetler vardır. Bu ayetlerin Arapçaları incelendiğinde ilginç bir özellik göze çarpar. Ayetlerde Güneş için “sirac” (kandil, lamba) veya “vahhac” (parıl parıl parlayan, alev alev yanıp tutuşan) kelimeleri kullanılmıştır. Ay içinse “münir” (aydınlatıcı, ışıklı) ve “nur” (aydınlık, parlaklık) kavramları vardır.
Gerçekten de Güneş kendi içindeki nükleer reaksiyonlar sonucunda büyük bir ısı ve ışık üretirken, Ay sadece Güneş’ten aldığı ışığı yansıtmaktadır. Bu bakımdan sirac; çıra, kandil, lamba gibi yakıtı kendinden olup etrafı aydınlatan alete denir. Cenâb-ı Hak bu kelimeyle Güneş’in enerji kaynağının kendisinde mevcut olduğunu, başka bir kaynaktan alıp yansıtmadığını bildirmektedir. Nur ise; etrafa yayılıp eşyayı görmemize yardımcı olan ışık demektir. Kaynağı kendinden değil de başka bir cisimden alıp yansıttığı için Ay’a “nur”, Güneş’e “sirac” denilmiştir. Güneş’e “ziya” da denilmiştir. Çünkü “ziya” genellikle enerjisi kendisinde mevcut olduğundan “nur” dan daha kuvvetlidir.
Ayetlerde geçen “ışık” diye çevirisi yapılan “nur”un ay’a; “kandil” diye çevirisi yapılan “sirac”ın güneşe nispet edilmesi, ilmî bir gerçeği ortaya koymaktadır. Şöyle ki; Nûr kavramıyla ay’ın ışığının kaynağının kendinden olmadığı, başka bir kaynaktan aldığı ortaya çıkıyor. Sirac kavramıyla da güneşteki tükenmez enerjinin kaynağının bizzat güneşin kendisi olduğu vurgulanıyor. Ayetlerde bu ayrım şöyle geçer:
“Görmediniz mi, Allah yedi göğü tabaka tabaka nasıl yaratmıştır? Onların içinde nasıl ayı, nur (bir ışık), güneşi de bir kandil/sirac yapmıştır?” (Nuh, 71/15-16)
“Üstünüze yedi sağlam gök bina ettik. Alev alev yanan aydınlatıcı ve ısıtıcı bir kandil/sirac yarattık.” (Nebe, 78/12-13)
“Göğe burçlar yerleştiren, orada bir ışık kaynağı kandil/sirac (güneş) ve aydınlatıcı (münir) bir ay yaratanın şanı çok yücedir.” (Furkan, 25/61)
“O, güneşi bir ışık/ziya (kaynağı), ayı da (geceleyin) bir aydınlık/nur (kaynağı) kılan, yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona menziller takdir edendir. Allah, bunları (boş yere değil) ancak gerçek ile (hikmeti gereğince) yaratmıştır. O, âyetlerini, bilen bir topluma ayrı ayrı açıklamaktadır.” (Yunus, 10/5) diye ferman edilmiştir.
Soru: Niçin şems/güneş “kandil/sirac” ile tavsif edilmiştir? Halbuki ehl-i fence şems arza tabi değildir ki ona sirac olsun. Belki arzla seyyarat kendisine tabi olan bir merkezdir.
Cevap: Sirac tabiri şöyle bir tasvire işarettir ki: Âlem bir saray gibidir. Mevcudatı, o sarayın müştemilatı, tezyinatı makamında olduğu gibi, şems de, o saray halkını tenvir eden İlahi bir lüküstür. Ve keza, sirac tabiri, Cenab-ı Hakkın rububiyetinden doğan vüs’at-i rahmetine ve o rahmet içinde derece-i in’am ve ihsanına bir ihtar ve azamet-i saltanatı içinde vahdaniyetine bir ilandır ki, müşriklerin mabud ittihaz ettikleri kocaman şems, alem sarayında lüküs vazifesiyle muvazzaf, musahhar bir memur ve bir hizmetkardır. Malumdur ki, lamba hizmetini gören camid bir şeyin ibadete, yani mabud olmaya hiç liyakati var mıdır?
Kur’an’da “Güneşi de bir kandil/sirac olarak asmıştır” (Nuh, 71/16) yani, lâmba tâbiriyle şöyle bir üslûba pencere açar ki, şu âlem bir saray ve içinde olan eşya ise insana ve zîhayata ihzâr edilmiş müzeyyenât ve mat’umât ve levâzımât olduğunu ve güneş dahi musahhar bir mumdar olduğunu ihtar ile Sâniin haşmetini ve Halıkın ihsanını ifham ederek tevhide bir delil gösterir ki, müşriklerin en mühim, en parlak ma’bud zannettikleri güneş, musahhar bir lâmba, câmid bir mahlûktur. Demek, sirac tâbirinde, Halıkın azamet-i rubûbiyetindeki rahmetini ihtar eder, rahmetin vüs’atindeki ihsanını ifham eder; ve o ifhamda saltanatının haşmetindeki keremini ihsâs eder; ve bu ihsâsta vahdâniyeti i’lâm eder; ve mânen der: “Câmid bir sirâc-ı musahhar, hiçbir cihette ibâdete lâyık olamaz.” (Nursî, rnk)
Kamer, güneşten aldığı ziyâyı arza bir nur olarak verir. O arz da, o nur ile parlar. İnsan gece lambası olan kameri görür, güneşi göremez. Sabah olunca güneşin ziyasından ay gizlenir. Zemindeki zîhayatlara levâzımât-ı hayatiyeyi emr-i Rabbânî ile pişiren güneş ve takvimcilik eden kamerdir. Ayette “O, karanlığı yarıp sabahı çıkarandır. Geceyi dinlenme zamanı, güneşi ve ayı da ince birer hesap ölçüsü kıldı. Bütün bunlar mutlak güç sahibinin, hakkıyla bilenin takdiridir” (En’am, 6/96) buyrulmaktadır.
Varlıklar, özellikle bitkiler renklerini güneşten alırken, büyümeleri de gece aydan olmaktadır. Güneşin nasıl bir ışık ve hayat kaynağı olduğunu ve enerji kaynağı olan hidrojenin helyuma dönüşmesiyle kâinatın önemli kısmını özellikle de dünyamızı aydınlatan bu ilâhî mu’cizeye yükletilen programı kusursuz yerine getirmekle ve her yönüyle insana hizmet vermektedir. Ay’da aynı şekilde insanların hizmetine verilmiştir.
Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerimde “O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize verdi. Bütün yıldızlar da O’nun emri ile sizin hizmetinize verilmiştir. Şüphesiz bunlarda aklını kullanan bir millet için ibretler vardır.” (Nahl, 16/12)
“Andolsun, eğer onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı hizmetinize kim verdi?” diye soracak olsan mutlaka, “Allah” diyeceklerdir. O hâlde nasıl (haktan) döndürülüyorlar?” (Ankebut, 29/61)
“O, âdetleri üzere hareket eden güneşi ve ayı sizin hizmetinize sunan, geceyi ve gündüzü sizin emrinize verendir. O, istediğiniz şeylerin hepsinden size verdi. Eğer Allah’ın nimetlerini saymaya kalkışsanız sayamazsınız. Şüphesiz insan çok zalimdir, çok nankördür“ (İbrahim, 14/33-34) ferman etmektedir.
adarselim@gmail.com