Ruh, sahip olduğu maddî ve manevî cihazlarıyla işler yapar.
Şuuruyla fark eder,
Aklıyla anlar,
Vicdanıyla tartar, karar verir,
Hayaliyle planlar yapar,
Hafızasıyla bilgi depolar,
Kalbiyle sever.
Ruhun sayılamayacak kadar çok kabiliyetleri vardır. Bunların bir kısmı da maddi uzuvlarla ortaya çıkar.
Ruh, bedenin tamamını idare eder. Bedenin her yerinde mevcuttur, bölünmez ve parçalanmaz. Eli çalıştırır, ayağı yürütür; gözden bakar; dilden söyler, kulaktan işitir, yani bütün azalarda tasarruf eder. Ruh, eliyle tutar, gözüyle görür, kulağıyla işitir, ayağıyla yürür. O, bizatihi kâimdir, dâimdir. Herhangi bir uzvu kesseniz, ruha hiçbir noksan ve zeval ârız olmaz. Cesede fena ve yokluk da arız olsa, o yine varlığını devam ettirir.
Ruh, tecezzi ve inkısam etmez; yani ruh, insan bedenini bölünmeden ve parçalanmadan idare eder. Ruh için, beden ülkesinde uzak-yakın farkı yoktur; bütün ihtiyaçlara aynı anda cevap verir; bütün hücreleri birlikte ve bir anda idare eder.
Beden, ruhun ülkesidir. Bu ülkede ruh sultanı hükmeder. Vücuttaki bütün azalar, duygular ve bedendeki bütün hücreler ruhun tasarrufundadır. Ruh bedenin tamamını idare eder. Bedenin her yerinde mevcuttur, bölünmez ve parçalanmaz. Ruh için beden ülkesinde uzak- yakın farkı yoktur, bütün ihtiyaçlara aynı anda cevap verir ve onları bir anda idare eder. Aynı anda eli çalıştırır, ayağı yürütür, gözden bakar, dilden söyler, kulaktan işitir, yani bütün azalarda tasarruf eder. Her hangi bir uzvu kesseniz, ruha hiç bir noksan ve zarar veremezsiniz. Çünkü ruh bedene dâhil olmadığı gibi, hariç de değildir; bitişik olmadığı gibi, ayrıda değildir. (M. Kırkıncı, Ruh Nedir?)
Ruh, bedene dahil olmadığı gibi, hariç de değildir; bitişik olmadığı gibi, ayrı da değildir. Bir şeye dahil veya hariç olma, cisim ve maddenin özelliğidir. Ruh ise, maddeden mücerred bir cevher ve lâtife-i Rabbaniye’dir.
Bu hakikata misal:
Bilindiği gibi, elektrik, ziyaya dönüştüğü avizeye dâhil olmadığı gibi, hariç de değildir. Hariç değildir; çünkü elektriğin ışığı onda tezahür etmektedir. Dâhil de değildir; zira avize kırıldığında, onun parçalarında elektrik bulunmaz.
Bir başka misal:
Bir fabrikadaki bütün âlet ve çarkları çalıştıran elektriktir. Elektrik, kesilince, faaliyetin duracağı muhakkaktır. Cereyan, o fabrikaya vücud veren maddelere dahil değildir. Zira aynı fabrikanın çarklarında elektrik yoktur. Ancak, fabrikayı çalıştıran o olduğundan, elektrik o âlet ve çarkların haricinde de değildir. Çünkü fabrikaya hareket veren odur.
Bir misal de:
Elektrikle çalışan elektronik ve beyaz eşyaların hepsini birden – mümkün olsa – bir büyük prize takılarak çalıştığını farz edelim. Bir tek kanunu olan elektrik; kendindeki güç sebebiyle buzdolabı-dondurucu, bulaşık-çamaşır makineleri, ısıtıcısoba (klima)-fırın, ütü-tıraş makinesi, radyo-televizyon-bilgisayar vb. elektrikle çalışan ve evde bulunan tüm alet, cihaz ve makinelerin hepsinde aynı anda iş görür, yani çalıştırır. Bir anda çok farklı hatta birbirine zıt (ısıtma-soğutma gibi) işler yaptırır. Biri diğerine mani olmaz, aynı zamanda hepsini bir anda çalıştırmakta elektriğe ağır gelmez. Elektrik bu aletlerin şununda veya bunundadır da diyemeyiz. Elektrik kanunu hem hepsinde varken, hem hiçbirini de mekân ittihaz etmez. Ruhta vücutta aynen öyledir.
Yani elektrik bu alet ve edevatların içinde olmadığı gibi, onların dışında da değildir. Çünkü onları çalıştırıp iş gördüren elektriktir. Ancak bu aletlerden birinin fişi prizden çıkarıldığında elektriğe zararı olmadığı gibi, çalışması da durur.
Aynen her hangi bir uzvu kesseniz, yani irtibatını ruhtan koparsanız ruha hiç bir noksan ve zarar veremezsiniz. Çünkü ruh bedene dâhil olmadığı gibi, hariç de değildir; bitişik olmadığı gibi, ayrıda değildir. Ama tüm vücudun hücrelerini, aza ve cihazatlarını aynı anda çalıştırır.
Yukarıda ki misallerde olduğu gibi, ruh sultanı da bedende aynı şekilde bulunur. Nasıl ki, elektrik Yüce Allah’ın bir kanun-u emridir, ruhta “Kur’anın nassı ile, “De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir” (İsra, 17/85) ferman-ı celili ile âlem-i emirden gelmiş bir kanun-u zîşuur ve bir namus-u zîhayattır ki; kudret-i ezeliye, ona vücud-u haricî giydirmiş.
Bittecrübe, madde asıl değil ki, vücud ona müsahhar kalsın ve tâbi’ olsun. Belki madde, bir mana ile kaimdir. İşte o mana, hayattır, ruhtur. Hem bilmüşahede madde, mahdum değil ki herşey ona irca’ edilsin. Belki hâdimdir, bir hakikatın tekemmülüne hizmet eder. O hakikat, hayattır. O hakikatın esası da ruhtur. Bilbedahe madde hâkim değil ki, ona müracaat edilsin, kemalât ondan istenilsin. Belki mahkûmdur, bir esasın hükmüne bakar, onun gösterdiği yollar ile hareket eder. İşte o esas; hayattır, ruhtur, şuurdur.
Ruh zîhayat, zîşuur, nuranî, vücud-u haricî giydirilmiş, câmi’, hakikatdar, külliyet kesbetmeğe müstaid bir kanun-u emrîdir.” (Nursî, B. S. Sözler)
İşte ruh sultanının hali budur.
adarselim@gmail.com