Hz. Eyyûb (as):

Çok sabırlı,

Çok muttakî,

Çok şükreden,

Çok merhametli,

Yetim ve dulları sıyanet eden,

Fakir, muhtaç ve zayıflara ikram eden,

Yolda kalanlara yardım eden,

Sâlih bir kul, sâlih bir peygamberdi.

Hayatın cilveleri çoktur. Her zaman yüze gülmez. Bazen insan bir bahar mevsiminde çeşit çeşit meyve ağaçlarıyla, türlü türlü güllerle bezenmiş, sanki cennetten bir misal, güzel mi güzel, içinden pınarlar akan, müzeyyen bir bahçede, huzurla otururken birden bire doluya tutulabilir.

Her şeyi bilen Rabb’im, kulu için delil olsun, diğerleri için ibret olsun, hisse alınsın diye onu imtihan eder.

Bazen belâ ve musibetlerle.

Bazen bol bol nimetlerle.

Bazen makam ve mevkiyle.

Bazen fakirlikle.

Bazen evlatlarla.

Bazen erkekleri kadınlarla.

Bazen kadınları erkeklerle.

Hülasa olarak Allah Teâlâ her şeyi bildiği halde kulunu çeşit çeşit şeylerle imtihan eder.

İmtihanı kul:

Ya kazanır, iki cihan mutluluğuna kavuşur.

Ya kaybeder, hem dünyada, hem ahirette rüsvay olur. İnsanların seçilmişleri, en hayırlıları, Allah Teâlâ’nın sevgili kulları peygamberler, en büyük belâ ve musibetlerle imtihan olmuşlardır.

Çok büyük bir belâ ile, çok büyük bir musibet ile imtihan olan peygamberlerden biri de Hz. Eyyûb (as)’dır.

Bu sabır kahramanı Peygamber (as)’ın:

Bütün malı ve mülkü yok edilerek,

Bütün çocukları, evleri üzerlerine yıkılıp ölerek,

Kendisi de çok büyük bir hastalığa duçar kılınarak imtihan olundu. Şöyle ki:

Yüce Allah ilk önce bir sel felaketi ile bütün koyun ve deve sürülerini helak etti. Kavurucu bir rüzgarla da bütün ekinlerini yok etti. Kendisine bu haber ulaşınca Hz. Eyyûb (as) asla isyan etmedi, hatta hiçbir telaş emaresi de göstermedi ve şöyle dedi:

– “Mülkün sahibi Allah’tır. Bu mülkü bana Rabbim vermişti, şimdi de aldı. O, dilediği zaman verir, dilediği zaman alır.”

Böylece Hz. Eyyûb (as) mal ile olan imtihanı kazanmıştı. Sonra evlat ile imtihan oldu.

Hz. Eyyûb (as) bulunduğu bölgede müthiş bir deprem oldu. Evleri yıkıldı. Harap oldu. Kendisi ve hanımı Rahime’den başka bütün aile efradı, çocukları öldüler.

Bu olay üzerine Hz. Eyyûb (as) yine sabır gösterdi. Üzüntüsünü, evlat acısını kalbine gömdü. Asla şikayet etmedi. Tam bir tevekkülle Rabbine teslim oldu. Takdir-i ilâhîye rıza gösterdi. Başına gelen her belâ ve musibetlere karşı sabrı, O’nu Rabbine daha çok yakınlaştırıyordu.

Hz. Eyyûb (as) evlat ile olan imtihanı da kazandı ve sabrının bir neticesi olarak Rabbine yakınlığın verdiği kulluk, vecd ve istiğrakı ile ruhu adeta sema ediyor ve yükseliyordu. Bu öyle manevî bir hazdır ki, bu hazzı tadan, belâ ve musibeti diliyle istememekle beraber, kalbi gönlü usanmaz bir şekilde bu hâlin devamını arzular. Öyle ki, o çileler ruhî bir hazza dönüşür. Böyleleri için çilesiz yaşamak bir çile haline gelir. Bu hal çile sahibinin durumuna göre az veya çok bir müddet devam eder. Sonra insan beşer olması hasebiyle tabiatında var olanın iktiza ettiği hâle döner.

Hz. Eyyûb (as) bu imtihandan sonra bizzat kendi nefsiyle zor bir imtihana tabi tutuldu.

Kur’an-ı Kerim’de nasıl bir hastalık olduğu belirtilmeyen çok ağır bir hastalığa yakalandı. Yatağına mahkum oldu. Zaman zaman ifade ettiğimiz gibi “kara gün dostu” her zaman ve her devirde çok az bulunur. Mal mülk sahibi, çok zengin iken bölük bölük etrafında dolaşanlar, O’nun yanına uğramaz oldular. O’nu kendi haline terk ettiler.

Eyyûb’u da hatırla. Hani o Rabbine, “Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen ise merhametlilerin en merhametlisisin” diye niyaz etmişti.” (Enbiya, 21/83) ayeti hakkında geniş izah yaparak konumuzla alakalı bölümünde Üstad Bediüzzaman şöyle der:

“Sabır kahramanı Hazret-i Eyüb Aleyhisselâm’ın şu münacatı, hem mücerreb, hem tesirlidir. Hazret-i Eyüb Aleyhisselâm’ın meşhur kıssasının hülâsası şudur ki:

Pek çok yara, bere içinde epey müddet kaldığı halde, o hastalığın azîm mükâfatını düşünerek kemal-i sabırla tahammül edip kalmış. Sonra yaralarından tevellüd eden kurtlar, kalbine ve diline iliştiği zaman, zikir ve marifet-i İlahiyenin mahalleri olan kalb ve lisanına iliştikleri için, o vazife-i ubudiyete halel gelir düşüncesiyle kendi istirahatı için değil, belki ubudiyet-i İlahiye için demiş: “Ya Rab! Zarar bana dokundu, lisanen zikrime ve kalben ubudiyetime halel veriyor” diye münacat edip, Cenab-ı Hak o hâlis ve sâfi, garazsız, lillah için o münacatı gayet hârika bir surette kabul etmiş.

Hazret-i Eyüb Aleyhisselâm münacatında istirahat-ı nefsi için dua etmemiş, belki zikr-i lisanî ve tefekkür-ü kalbîye mani olduğu zaman ubudiyet için şifa taleb eylemiş.” (Nursî, rnk, Lem’alar)

Hz. Eyyûb (as)’dan Kur’an-ı Kerim’in “Nisa, En’am, Enbiya ve Sâd” surelerinde bahsedilmektedir. Şöyle ki:

“Biz Nuh’a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Ve İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a torunları İsa’ya, Eyyûb’a, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a vahyettik. Davud’a da Zebur’u verdik.” (Nisa, 3/163)

“Biz O’na (İbrahim’e) İshak’ı ve (İshak’ın oğlu) Yakub’u da armağan ettik. Hepsini de doğru yola ilettik. Nitekim daha önce de Nuh’u ve onun soyundan Davud’u, Süleyman’ı, Eyyûb’u, Yusuf’u, Musa’yı ve Harun’u doğru yola iletmiştik. Biz iyilik yapanları işte böyle mükafatlandırırız.” (Enam, 6/84)

“Eyyûb’a gelince, o, Rabb’ine: Başıma bu dert geldi. Sen merhametlilerin en merhametlisisin, diye niyaz etmişti. Bunun üzerine Biz, tarafımızdan bir rahmet ve kulluk edenler için bir hatıra olmak üzere, onun duasını kabul ettik. Kendisinde dert ve sıkıntı olarak, ne varsa giderdik ve O’na aile efradını, ayrıca bunlarla birlikte bir mislini daha verdik.” (Enbiya, 21/83-84)

“(Ey Muhammed!) Kulumuz Eyyub’u da an. O Rabbine nida etmiş ve: Doğrusu şeytan bana bir yorgunluk ve azap verdi, diye seslenmişti. Ayağını yere vur!. İşte yıkanılacak ve içilecek soğuk bir su, (dedik).

Bizden bir rahmet ve akl-ı selim sahipleri için de bir ibret olmak üzere O’na, hem ailesini, hem de onlarla beraber bir mislini bağışladık.

(Eyyûb’a) eline bir demet sap al da onunla vur, yeminini bozma (dedik) Gerçekten biz Eyyûb’u sabırlı  (bir kul) bulmuştuk. O ne iyi kuldu, daima Allah’a yönelirdi.” (Sad, 38/41-44)

Tefsir-i Kurtubî’de, İbni Abbas’tan yapılan bir rivayete göre de, Hz. Eyyûb (as)’ın hastalık müddeti yedi yıl, yedi ay, yedi gün, yedi saat olduğu nakledilir.

Abdullah ibni Mesud (ra) şöyle demektedir:

“İman iki sınıftır: Bir sınıfı sabır, bir sınıfı şükürdür.

Bundan dolayı Allah Teâlâ, İbrahim, Şûrâ ve Seb’e surelerinde sabırla şükrün arasını birleştirerek:

Şüphesiz bunda çok sabırlı, çok şükreden herkes için ibretler vardır” buyurmuştur.

Bir kısım ulema sabrın, bir kısım ulema da şükrün daha faziletli olduğunu söylemektedirler. Bir kısım ulema da sabırla şükrün fazilette eşit olduğu kanaatindedirler.

Seyyid-i Kâinat ve Habib-i Rasulullah (sav) de şöyle buyurmaktadır:

“Mü’minin işine hayret ederim. Zira onun işinin hepsi kendisi için hayırdır. Bu durum sadece mü’mine mahsustur. Ona, hoşuna gidecek bir şey isabet etse, şükreder. Bu şükür onun için hayırdır. Şayet bir zarar isabet etse, sabreder. Bu sabrı da onun için bir hayırdır.” (Müslim)

 

adarselim@gmail.com