اِلَّا قٖيلًا سَلَامًا سَلَامًا

“Ancak bir kelâm: “Selâm, selâm” (Vakıa, 56/26)

Selâm sözünün tekrar edilmesi nimetin tam ve mükemmel oluşuna bir işaret olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle kulların, meleklerin ve Cenab-ı Hakk’ın selâm vermesi, “SELÂM” kelimesinin önemini göstermektedir.

* Mü’minlerin birbirine verdikleri selâm,

وَاِذَا حُيّ۪يتُمْ بِتَحِيَّةٍ فَحَيُّوا بِاَحْسَنَ مِنْهَٓا اَوْ رُدُّوهَاۜ

“Size bir selâm verildiği zaman, ondan daha güzeliyle veya aynı selamla karşılık verin.” (Nisa, 4/86) 

“Sizden biriniz din kardeşine rastladığında ona selâm versin.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 135)

* Meleklerin mü’minlere verdiği selâm,

وَقَالَ لَهُمْ خَزَنَتُهَا سَلَامٌ عَلَيْكُمْ طِبْتُمْ فَادْخُلُوهَا خَالِدٖينَ

“Cennet bekçileri onlara şöyle der: “Size selâm olsun!. Tertemiz oldunuz. Haydi, ebedî kalmak üzere buraya girin.” (Zümer, 39/73)

* Allah’ın cennetliklere verdiği selâm vardır.

سَلَامٌ قَوْلًا مِنْ رَبٍّ رَحٖيمٍ  “Rabb’ür-Rahim’den sözlü selam vardır.” (Yasin, 36/58)

“Selâm öyle bir sözdür ki; Rabb-i Rahim’in maddî ve manevî bütün ihsan, ikram, inayet, rahmet, muhabbet ve adaletini bildiren bir kelimedir.”

وَلَهُمْ مَا يَدَّعُونَ

“Onlar (ehl-i cennet) için; arzu ettikleri / istedikleri her şey vardır / verilecektir”  (Yasin, 36/57)

İşte istenen her şeyin bedel ve karşılığı nedir?

Kur’an hemen takip eden ayetle bildirilmekte ve “Selâm” cevabı verilmektedir. Bu selâm Rabb-i Rahim’in sözüdür, diye ifade edilmektedir.

وَيُحَذِّرُكُمُ اللّٰهُ نَفْسَهُ وَاِلَى اللّٰهِ الْمَصٖيرُ

“Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Çünkü dönüş yalnız Allah’adır.” (Ali İmran, 3/28)

وَمَنْ تَزَكّٰى فَاِنَّمَا يَتَزَكّٰى لِنَفْسِهٖ وَاِلَى اللّٰهِ الْمَصٖيرُ

“Kim arınırsa ancak kendisi için arınmış olur. Dönüş ancak Allah’adır.” (Fatır, 35/18)

وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاِلَى اللّٰهِ الْمَصٖيرُ 

“Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Dönüş de ancak Allah’adır.” (Nur, 24/42)

وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَاِلَيْهِ الْمَصٖيرُ

“Göklerin, yerin ve aralarında ne varsa hepsinin mülk-ü (tasarrufu) Allah’ındır. Dönüş de ancak O’nadır.” (Maide, 5/18)

وَ اِلَيْهِ الْمَصِيرُ

Yani: Dâr-ı fâniden dâr-ı bâkiye dönülecek ve Kadîm-i Bâki’nin makarr-ı saltanat-ı ebediyesine gidilecek ve kesret-i esbabdan Vâhid-i Zülcelal’in daire-i kudretine gidilecek, dünyadan âhirete geçilecek. Merciiniz onun dergâhıdır, melceiniz onun rahmetidir ve hâkeza…

Yani: Ticaret ve memuriyet için, mühim vazifelerle bu dâr-ı imtihan olan dünyaya gönderilen insanlar;

ticaretlerini yapıp,

vazifelerini bitirip

ve hizmetlerini itmam ettikten sonra,

yine onları gönderen Hâlık-ı Zülcelal’ine dönecekler ve Mevlâ-yı Kerim’lerine kavuşacaklar. Yani, bu dâr-ı fâniden gidip dâr-ı bâkide huzur-u kibriyaya müşerref olacaklar. Yani, esbab dağdağasından ve vesaitin karanlık perdelerinden kurtulup, Rabb-i Rahîm’lerine makarr-ı saltanat-ı ebedîsinde perdesiz kavuşacaklar. Doğrudan doğruya herkes, kendi Hâlıkı ve Mabudu ve Rabbi ve Seyyidi ve Mâliki kim olduğunu bilecek ve bulacaklar. İşte şu kelime bütün müjdelerin fevkinde şöyle müjde eder. Ve der ki:

Ey insan!.

Bilir misin nereye gidiyorsun ve nereye sevk olunuyorsun?

Dünyanın bin sene mes’udane hayatı, bir saat hayatına mukabil gelmeyen Cennet hayatının ve o Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat rü’yet-i cemaline mukabil gelmeyen bir Cemil-i Zülcelal’in daire-i rahmetine ve mertebe-i huzuruna gidiyorsun.

Mübtela ve meftun ve müştak olduğunuz mecazî mahbublarda ve bütün mevcudat-ı dünyeviyedeki hüsün ve cemal, onun cilve-i cemalinin ve hüsn-ü esmasının bir nevi gölgesi ve bütün Cennet, bütün letaifiyle bir cilve-i rahmeti ve bütün iştiyaklar ve muhabbetler ve incizablar ve cazibeler, bir lem’a-i muhabbeti olan bir Mabud-u Lemyezel’in, bir Mahbub-u Lâyezal’in daire-i huzuruna gidiyorsunuz ve ziyafetgâh-ı ebedîsi olan Cennet’e çağrılıyorsunuz.

Öyle ise kabir kapısına ağlayarak değil, gülerek giriniz.. (Said Nursî, Mektubat, 228; Asa-yı Musa, 232)

İşte şu sırdandır ki; “Vedud” ismine mazhar bir kısım evliya, “Cennet’i istemiyoruz. Bir lem’a-i muhabbet-i İlahiye, ebeden bize kâfidir” demişler.

Hem ondandır ki; hadîste geldiği gibi:

“Cennet’te bir dakika rü’yet-i cemal-i İlahî, bütün Cennet lezaizine faiktır.” (Bediüzzaman, Sözler, 625; Müslim, İman; İbn-i Mace, Mukaddeme; Müsned)

Bu nedenledir ki:

Selâm; biz kullara rü’yet-i cemal-i İlahîyi beşaret, müştak olunan ziyafete davet, hatırda tutmak için ihtar, her şeyin fevkindeki ziyafete müşteri olmak için ilan name, dünyada dahi O Nurdan istifade ve istifaze etmektir.

Hz. Peygamber (sav) buyurmuş ki:

“Cennet ehli nimetleri içinde zevke ererlerken kendilerine bir nur parıldar, başlarını kaldırır bakarlar ki üzerlerinden Rab, kendilerini cemalinin şerefi ile şereflendirmiş. “Ey cennet ehli! Selam üzerinize olsun” (İbn Mace, Mukaddime, 13) buyuruyor.

Böyle ehl-i cennet üzerine Yüce Allah nazar buyurur, onlar da O’na bakarlar ve baktıkları müddetçe diğer nimetlerden hiçbir şeye iltifat etmezler. Ta perdeleninceye kadar ki, o zaman da üzerlerinde ve yurtlarında nur baki kalır.

Ayet ferman ediyor:

وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَلٖينَ

“Peygamberlere selâm olsun.” (Saffat, 37/181)

Selâm; ulvî ruhlara şifa, mübareklere iltifat, masumlara rahmet, kâmillere saygı ve hürmet, şahıslara değer ve kıymet vermektir.

Zaten “selâm” kelimesi, hâlis manasında sâlim veya selîm manasına işaret etmektedir.

Selâm; İslâm’ın güven ve barış çağrısı,

Müminin mümine en güzel hediyesi,

Müslümanların şiarı ve parolası,

Mü’minin mü’mine hayırlı duasıdır.

Selâm; Muhabbet kaynağı, dostluk teklifi,

Esenlik ve samimiyet göstergesi, (Yunus, 10/10)

Müjdeli haber, melekler ile peygamberler arasındaki karşılıklı sözdür. (Hud, 11/69; Zariyat, 51/25)

Selâm, sevginin, dostluğun, din kardeşliğin belirtisi,

Hem zikir, hem fikir, hem de ibadettir.

Selâm; dostluk ve kardeşliğin, tevazu ve medenî olmanın menbaıdır.

Hiçbir sözün karşılamadığı ve yerini tutmadığı bir kelâmdır.

İlk defa cennette söylendiği için cennet kelâmıdır.

Selâm; sadece dirilere değil, ölülere de selam verilir.

Bir mezaristana veya bir kabir başına gidenler selâm vermelidir.

“Aleyke’s-selâm” şeklinde verilen selâm ölülere mahsus selamdır.

Selâm; rahmet iksiri, esenlik dileği, merhamet göstergesi,

Bereketin, hayrın ve rahmetin vesilesidir.

Selâm, müminin şiarı, korku, endişe, keder ve tehlikeden uzak olmanın, sükûn ve güvenin adıdır.

Selâm; Allah’ın Cemal’i isimlerinden ve Rabbimizin Esmâ-i Hüsnâ’sından biridir.

“O Allah ki, O’ndan başka ilah yoktur. O Melik’tir, Kuddüs’tür, Selâm’dır.” (Haşir, 59/23)

“Mahlûkatını her türlü tehlikelerden selamete erdiren ve Cennetteki kullarına selam eden demektir.”

Cennetin isimlerinden biri Dâr-üs selâmdır. (Enam, 6/127; Yunus, 10/25)

Selâm veren kişiler, Esma-ü Hüsnayı zikretmiş ve Allah’ı anmış olurlar.

Her namazımızın ardından Allah’ın “Selâm” adını anarız. “Allahümme ente’s selâm ve minke’s selâm. Tebârekte ya ze’l-celâli ve’l-ikram!” deriz. Yani “Alah’ım sen Selâm’sın. Barış, eman ve güven Senden gelir. İzzet ve İkram Sahibi Rabbim, Sen ne kadar yücesin!” diye sesleniriz. Bizleri selâmete ve hidayete erdirmesini, huzur ve emniyet içinde yaşatmasını Rabbimizden niyaz ederiz.

Selâm; Allah’tan barış ve huzur dilemek,

Allah’ın koruma ve muhafazasını temenni etmek,

Yüce Mevla’dan rahmet, bereket ve afiyet istemek,

Cennete girenlerin tahiyyeleri ve esenlik sözleridir. (İbrahim, 14/23)

اُدْخُلُوهَا بِسَلَامٍ اٰمِنٖينَ

“Esenlikle, güvenle girin oraya!” (Hicr, 15/46)

تَحِيَّتُهُمْ يَوْمَ يَلْقَوْنَهُ سَلَامٌ

“O’na kavuştukları gün, onların (mü’minlerin) esenlik dileği “Selâm” dır.” (Ahzap, 33/44)

Selâm; sıradan bir ifade, gündelik bir alışkanlık değil, kapalı kapıları açan, gönüller yapan kıymetli bir anahtardır.

Selâm; Allah’ın Kur’an’da ki emrinin yerine getirilmesi,

Tayyib olanların mükâlemesi (karşılıklı konuşma ve söyleşmesi) dir.

Selâm vermek; hayırlı işlerden biridir. İlk başlayan Allah katında daha makbul ve O’na daha yakındır.

“Sizden biriniz din kardeşine rastladığında ona selâm versin. Eğer ikisinin arasına ağaç, duvar ve taş girer de tekrar karşılaşırlarsa, tekrar selâm versin.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 135)

Uzun sözün kısası selâm; dillerden gönüllere kardeşlik bağları kuran sözdür.

İslam kelimesiyle aynı kökten olan Selâm; “selamet, emniyet, rahmet, esenlik, güven, huzur, sağlık, barış ve kurtuluş” gibi anlamlara gelir. Selâm veren kişi muhatabına; “Müslümanım, benden sana zarar gelmez, yanımda selamettesin, benden sana kötülük dokunmaz” demiş olur. İslâm, adı üzerinde, barış ve ebedi kurtuluş dinidir. Müslüman ise, elinden ve dilinden diğer insanların güvende olduğu kişidir.

Selâm; barış, rahatlık, esenlik; Müslümanların birbirleriyle karşılaştıkları zaman, karşılıklı olarak sağlık ve esenlik dileklerini sunmaları, yani birinin diğerine “Selâmün aleyküm” yani “Selâm sizin üzerinize olsun, Allah her türlü kazadan ve beladan korusun!.” demesi; diğerinin ise: “Ve aleykümü’s-selâm ve rahmetullahi ve berekatüh”  demekle “Allah’ın selâmı, rahmet ve bereketi sizin de üzerinize olsun!.” şeklinde cevap vermesi anlamına gelen bir İslam ahlakı terimidir.

Selamlaşmak, karşılıklı bir dualaşmaktır.

– rahmeti yaymak,

– dostluğa el uzatmak,

“Aranızda selamı yayınız”  (Müslim, İman) hadisin emrine uymaktır.

– Selamı yaymak insanlara hayrı tavsiye etmektir.

Selâmlaştıktan sonra “Merhaba” denilir ki bu müstehabdır. Miraç gecesinde melekler Resulullah (sav)’e  “Merhaba” demişlerdir. Merhaba, (rahat ol, huzurlu ol) manasında bir ağırlama terimidir.

Müslümanlar birbirlerine “es-selâmu aleyküm” veya “selâmün aleyküm”  dediklerinde; “Allah’ın selamı üzerine olsun, ayıplardan, afetlerden salim ol, emniyet ve selamette ol” demiş olurlar. Müminler birbirleriyle karşılaştıklarında ve birbirlerinden ayrıldıklarında bu duayı yaparlar.

Selâm vermek sünnet, almak ise farzdır. Selâm verilen tek kişi ise selâmı alması farz-ı ayn, bir cemaat ise farz-ı kifâyedir. Yani cemaatten bir veya birkaç kişinin selâmı almasıyla geri kalanların üzerinden bu farz kalkmış olur.

Selâm veren kimse, Allah katında on sevap kazanır. Selâmda artırdığı her lafız, sevabının da artmasına vesile olur.

Nebî (sav)’e bir adam geldi:

– “es-Selâmü aleyküm” dedi. Hz. Peygamber (sav) onun selâmına aynı şekilde karşılık verdikten sonra adam oturdu. Nebî (sav):

“On sevap kazandı” buyurdu. Sonra bir başka adam geldi, o da:

– “es-Selâmü aleyküm ve rahmetullah” dedi. Hz. Peygamberimiz (sav) ona da verdiği selâmın aynıyla mukâbelede bulundu. O kişi de yerine oturdu. Hz. Peygamber (sav):

“Yirmi sevap kazandı” buyurdu. Daha sonra bir başka adam geldi:

– “es-Selâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh” dedi. Hz. Peygamber (sav) o kişiye de selâmının aynıyla karşılık verdi. O kişi de yerine oturdu. Efendimiz (sav):

“Otuz sevap kazandı” buyurdular. (Ebû Dâvûd, Edeb 132; Tirmizî, İsti’zân 2; Riyazüs-Salihin, c. 4, 852)

Selâmın sünnete uygun tarzda verilmesinin hikmetleri vardır. Tevazu göstermek, muhatabı korkudan emin kılmak, hakkı öncelikli olanların haklarını korumak bunlardan birkaçıdır.

 

adarselim@gmail.com