Söz söylemek kadar, sözün ne şekilde ve nasıl söylendiği de önemlidir. O halde söz söylemek sıradan bir iş değil, aksine sorumluluklar gerektiren bir eylemdir. Yaratan Rabbimiz sözün nasıl söyleneceğini, sözlerden insanların tanınabileceği, söz söylemenin mükâfat veya mücazatını bizlere bildirmiştir. Kur’ân’ın ifadesiyle şöyledir:
“Onlar, sözün en güzeline (kavl-i tayyip) yöneltilmişler, övgüye lâyık olan Allah’ın yoluna iletilmişlerdir.” (Hac, 22/24)
“Biz dileseydik, onları sana gösterirdik de, sen onları, yüzlerinden tanırdın. Andolsun, sen onları konuşma tarzlarından da (lahnu’l-kavl) tanırsın. Allah, yaptıklarınızı bilir.” (Muhammed, 47/30)
“Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler (yekulu’l-leti hiye ahsen). Sonra şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.” (İsra, 17/53)
“İnsanlara güzel söz söyleyin (kulu linnasi hüsnen)” (Bakara, 2/83)
“Ey iman edenler!. Yapamayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük gazap gerektiren bir iştir.” (Saf, 61/2-3)
“Söz söylediğiniz zaman, yakınlarınız dahi olsa adaletli olun (ve iza kültüm fa’dilu), Allah’a verdiğiniz sözü tutun. İşte Allah size, iyice düşünesiniz diye bunları emretti.” (En’am, 6/152) bu iki ayet ile de söz söylemenin sorumluluğu ve söz söylemedeki temel prensibin adalet olduğunu vurgulamaktadır. Şu atasözleri söz söylemeyi ne güzel anlatırlar:
“Tatlı dil, yılanı deliğinden çıkarır.”
“Söz var, ara bozar, söz var ara düzer.”
“Söz var, iş bitirir, söz var baş yitirir.”
“Sözünü bil pişir, ağzını der, devşir.”
İnsanın sözleri tatlı, hoş ve güzel olmalı. Düşman olsa dahi güzel konuşmalı, kötü ve çirkin sözlerden daima kaçınılmalı. Ağza gelen her söz söylenmeden nereye varacağını düşünmak gerektir. Çünkü sözün insanlar üzerinde etkisi vardır. Söz var muhatabı yumuşatır, söz var karşıdakini sinirlendirir ve nefret ettirir. Demek söz var, dostluğu bozar, söz vardır ki, düşmanı dahi dost eder. Söz söylemek sorumluluk ister. Mü’minler faydasız ve boş sözlerden, yalan söylemekten uzak olmalı ve doğru söyleme nimetine nail olmaya her zaman çalışmalıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de cennet tasvir edilirken verilen şu mesajlara kulak verelim:
“Orada ne bir boş söz (lağv) işitirler; ne de bir yalan (kizb)” (Nebe, 78/35)
“Orada ne boş bir söz (lağv), ne de günaha sokan bir şey işitirler.” (Vaka, 56/25)
“Orada hiçbir boş söz işitmezler.” (Ğaşiye, 88/11)
Demek ki boş söz işitmek ve yalanla karşılaşmak insanın canını sıkan ve iç acıtan bir durum olarak gözükmektedir ki, cennette böyle bir durumla karşılaşılmaması mükâfat olarak sunulmaktadır. Bu ise, sözün insanın ruhundaki etkisini göstermesi ve güzel söz işitmenin bir nevi cennet nimeti sayıldığını belirtmesi açısından önemlidir.
Hadis-i şerifte şöyle bilidirilir:
“Bir kul, Allah’ın hoşnut olduğu kelimelerden birini söylediği zaman o sözün sonuçta ne kadar önemli olduğunu ve ne kadar büyük bir etkiye sahip bulunduğunu bilemeden söyler. Söyler de Allah o kimseyi bu kelime sebebiyle birçok derecelere yükseltir. Bir kul da Allah’ı öfkelendirecek kelimelerden Allah’ın gazabını celbedecek bir sözü, hiç ehemmiyet vermeden (umursamadan) söyler de, kendisi o kelime sebebiyle cehennemin içine düşer.” (Buhari, Rikak, 23; Tirmizi, Zühd, 12; İbn Mace, Fiten, 12)
“İnsan sabahlayınca bütün organlar, dile yalvararak şöyle derler: “Bizim haklarımızı korumakta Allah’tan kork. Biz ancak senin söyleyeceklerinle ceza görürüz. Biz sana bağlıyız. Eğer sen doğru olursan, biz de doğru oluruz. Eğer sen eğrilir, yoldan çıkarsan biz de sana uyar, senin gibi oluruz.” (Tirmizi, Zühd, 60)
Bu hadisler, kalp halinin lisana yansıması ile birlikte düşünülmeli. Ancak bunu sağlayamama noktasında belki de yapılması gereken, “Allah’a ve ahiret gününe iman eden, ya hayır söylesin veya sussun” (Buhari, İlm, 38; Ebu Davud, Nikâh, 24; Nesai, Hac, 109) hadisin emrine uyarak susmak ve bu şekilde de bir eğitimden geçmeye çalışmak gerektir. Çünkü susmak da başlı başına bir erdemlik, olgunluk ve sorumluluk göstergesidir. Susmak altın, konuşmak ise gümüş mesabesindedir. Atasözü “Söz gümüşse, sükût etmek altındır” ne güzel ifade eder.
Gazali’nin İhyâ’sında Mü’minlerin söz ve konuşmanın belli bir disiplin ve sorumluluğunu, “Dilin Afetleri” başlığı altında ele alır ve yaklaşık yirmi maddede anlatır. (Gazali, Ebu Hamid Muhammed, İhyâ-u Ulûmi’d-Dîn, (Trc. Ahmed Serdaroğlu) Bedir Yay. 1939, III, 243-365)
Söz söylemenin mesuliyeti, ağızdan çıkan kelam / sözlerin melaikeler tarafından kaydedilmesi ve bir muhasebesinin olmasındandır. Yüce Allah şöyle buyurur:
مَا يَلْفِظُ مِنْ قَوْلٍ اِلَّا لَدَيْهِ رَقٖيبٌ عَتٖيدٌ * اِذْ يَتَلَقَّى الْمُتَلَقِّيَانِ عَنِ الْيَمٖينِ وَعَنِ الشِّمَالِ قَعٖيدٌ
“Onun (insan) sağında ve solunda yerleşmiş iki kayıtçı vardır. Ağzından çıkan her ne söz söylerse, mutlaka yanında hazır (kaydeden) bir gözcü (melek) bulunmasın.” (Kaf, 50/17-18)
Ağızdan çıkan sözler dörde ayrılır:
1) Sırf menfaatlı sözler
2) Sırf zararlı sözler
3) Kâr ve zararı karışık olan sözler
4) Ne kâr ne de zararı olmayan sözler
Ağızdan çıkan bu sözlerin zararlı olanlarından insan tamamen mesul olup, hesap verecektir. Kâr ve zararı karışık olanlar sözler ki, kârı zararını karşılamayan sözlerde insanın aleyhinedir. Ne kârı ve ne de zararı olmayan sözler ki boş ve faydasızdır. Bu sözlerden de insan fayda görmeyeceğine göre bu grup sözlerde onun aleyhine sayılır. Bu söz gruplarından ¾’ü yani dörtten üçü gitti. Geriye sadece bir grup söz olan menfaatlı ve faydalı olan ¼’ü yani dörtte biri insanın elinde kaldı. Elbette ki bu dörtte birine çok ehemmiyet vermesi, dikkatli konuşması ve her sözünün sorumluluğunu bilerek konuşması lazımdır.
Aslında insan özellikle de mü’minler ağızlarından çıkan tüm sözlerin kaydedildiğini ve bir gün hesabı sorulacağını bildiği için her sözünü ölçülü bir şekilde zararsız olan ve kendisine faydası dokunacak sözleri söyleme sorumluluğu olduğunu bilmeli ve ona göre söylemelidir.
adarselim@gmail.com
(Adar, Selim; “Sözün Gücü & Dil Ve Düşünce” eserimden)