İslâm inancına göre dinî vahiy yolu ve peygamber vasıtasıyla bildiren Allah’tır. Hak dinlerin hepsi de Allah’tan gelmiş, ancak şeriat değişikliği veya tahrif edildikleri için Cenab-ı Hak tarafından hükümleri kaldırılmış ve en son Kur’an-ı Kerim ile İslam dinî hâkim kılınmıştır.

İlk insan aynı zamanda ilk peygamber Hz. Âdem (as) ile son peygamber Hz. Muhammed (sav) ve bunlar arasında gelen tüm peygamberlere bildirilen din de tevhid dinidir. Allah’ın varlığı ve birliği ile nübüvvet ve âhiret inancı bütün ilâhî dinlerde değişmez kuraldır. Bundan dolayı Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar bütün peygamberlerin getirdiği hak dinlerin ortak adı İslâm’dır. Ancak tarihin akışı içinde insanlar hak dinden uzaklaşmış ve beşerî zaaf neticesinde yanlış yollara, bâtıl inanç ve yaşayışlara yönelmişler, dinde meydana gelen bu bozulma ve farklılaşma sebebiyle Yüce Allah peygamberler göndererek insanları ya eski dinlerinin aslî şekilinde öğrenilip uygulanması sağlanmış veya yeni bir din ve şeriat göndermiştir.

Kur’an’da bildirildiği üzere “Şüphesiz Allah katında din İslâm’dır” (Ali İmrân, 3/19) fermanıyla Allah’ın geçerli saydığı İlahî din İslam dinidir.

Kur’an-ı Kerimde Resulüme itaat edin, ona uyun emrediliyor. Çünkü peygambersiz din ve İlahi emirleri tebliğ eden uyarıcı olmayan din yoktur. Bu nedenle peygambersiz din asla olmaz? Hadislerde bildirildiği üzere 124 bin peygamber gönderilmiştir.

Yalnız Kur’an diyerek sünnetleri kabul etmeyenler açık ve net olarak din düşmanlarıdır. İnsanlık tarihinde diğer dinleri tahrif edenler olduğu gibi, İslam dinini de tahrip etmek isteyenler vardır. Ancak buna hiç bir insan ve şeytanın gücü yetmeyecektir. Zira Kur’an’da Yüce Allah bildiriyor:

اَنْزَلْنَاهُ قُرْاٰناً عَرَبِياًّ

“Biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik” (Taha, 20/113; Yusuf, 12/2; Ra‘d, 13/37; Nahl, 16/103)

اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ

“Hiç şüphe yok ki, Kur’ân’ı biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız.” (Hicr, 15/9)

Tüm İlahî dinlerin temeli İlahî suhuf ve kitap ile Peygamber’e dayandığı gibi, İslam dininin de temel kaynağı Kur’an-ı Muciz-ül Beyan ve Resulü Ekrem, Nebiyyi Muhterem (sav)’in hayatı ve ümmetine bıraktığı Sünnet-i Seniyyesidir.

Kur’an-ı Kerim ve Furkan-ı Hakimde sadece Allah’a itaat edin denmiyor, Cenab-ı Hak, Habibi ve Resulüne de itaati şart koştuğu çok ayetler var:

قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

“(Ya Muhammed!.) de ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Ali İmran, 3/31)

Bu ayete Risale-i Nur penceresinden bakalım:

“Şu âyet diyor ki: Allah’a (celle celalühü) imanınız varsa, elbette Allah’ı seveceksiniz. Madem Allah’ı seversiniz, Allah’ın sevdiği tarzı yapacaksınız. Ve o sevdiği tarz ise, Allah’ın sevdiği zâta benzemelisiniz. Ona benzemek ise, ona ittiba etmektir. Ne vakit ona ittiba etseniz, Allah da sizi sevecek. Zâten siz Allah’ı seversiniz, tâ ki Allah da sizi sevsin.”

 قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ

“Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin” (Ali İmran, 3/31) âyet-i azîmesi, ittiba-ı Sünnet ne kadar mühim ve lâzım olduğunu pek kat’î bir surette ilân ediyor. Evet, şu âyet-i kerime, kıyasat-ı mantıkıye içinde, kıyas-ı istisnaî kısmının en kuvvetli ve kat’î bir kıyasıdır. Şöyle ki: Nasıl mantıkça kıyas-ı istisnaî misali olarak deniliyor: “Eğer güneş çıksa, gündüz olacak.” Müsbet netice için denilir: “Güneş çıktı, öyle ise netice veriyor ki: Şimdi gündüzdür.” Menfî netice için deniliyor: “Gündüz yok, öyle ise netice veriyor ki: Güneş çıkmamış”. Mantıkça, bu müsbet ve menfî iki netice kat’îdirler. Aynen böyle de: Şu âyet-i kerime der ki: “Eğer Allah’a muhabbetiniz varsa, Habibullah’a ittiba edilecek. İttiba edilmezse, netice veriyor ki: Allah’a muhabbetiniz yoktur.” Muhabbetullah varsa, netice verir ki: Habibullah’ın Sünnet-i Seniyesine ittibaı intac eder.

Evet, Cenab-ı Hakk’a iman eden, elbette ona itaat edecek. Ve itaat yolları içinde en makbulü ve en müstakimi ve en kısası, bilâ-şübhe Habibullah’ın gösterdiği ve takib ettiği yoldur. (Nursî, Lem’alar)

Hz. Muhammed (sav)’in ümmetine bildirdiklerine, yani sünnetine teslimiyet gösterip uymanın ehemmiyeti ve Resûlullah (sav)’e tabi olup sünnetini yaşamanın gerçek imanı belirlemede temel bir ölçü olduğu da şu ayetlerde bildirilmektedir:

قُلْ اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَۚ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْكَافِر۪ينَ

“Allah’a ve Peygamber’e itaat edin. Eğer itaattan yüz çevirirseniz, biliniz ki Allah KÂFİRLERİ sevmez.” (Ali İmran, 3/32)

Allah Resulüne muhalefet etmek ve onun yolundan ayrılmak, insanı küfre götürür. Resûlüllah’a muhalefet eden bir kimseyi de Allah sevmez. Çünkü İslam’ın yolu, Allah’a ve Peygamberi Muhammed (sav)’e itaattan oluşan bir yoldur. Allah’a itaat, O’nun Kitab’ına itaattir; Peygam­berine itaat ise, onun sünnetine uymaktan ibarettir. Kim Allah’a ve Rasûlüne itaattan yüz çevirirse, küfrü seçmiş ve kâfir olmayı tercih etmiş demektir. Oysa Allah, kâfirleri asla sevmez.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَاُو۬لِي الْاَمْرِ مِنْكُمْۚ فَاِنْ تَنَازَعْتُمْ ف۪ي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ اِلَى اللّٰهِ وَالرَّسُولِ اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ ذٰلِكَ خَيْرٌ وَاَحْسَنُ تَأْو۪يلاً۟

“Ey iman edenler!. Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre (idarecilere) de. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resûlüne arz edin. Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir.” (Nisa, 4/59)

Ayette ki, Allah’a itaat, “O’nun Kur’ân-ı Kerîm’de ve elçisinin tebliğ mahiyetindeki söz ve davranışlarıyla ortaya çıkan emir ve iradesine uymak” demektir. Resûlullah’a itaat, öncelikle tebliğ ettiği Kur’an’a ve sünnete uymaktır. Ancak önceki ayette “ve” bağlacı kullanıldığı halde bu ayette ise “ve” bağlacı ile yetinilmeyip “İtaat ediniz” emrinin ayet metninde “Resûlullah” için de tekrar edilmesi ona itaatin, “Kur’an’dan ibaret olan vahyin tebliğine uyma”yı aştığını, kaide olarak bütün davranışlarının örnek edinilmesini ve peygamberin bütün emir ve tavsiyelerinin yerine getirilmesini içine aldığını göstermektedir.”

Ayette “itaat ediniz” emri tekrarlanmadan “ülü’l-emre de…” denilmesi, ulül emre itaat yükümlülüğü Allah ve Resulüne itaat gibi olmadıklarına, ulül emrin verdiği emirleri meşrû (Allah ve Resulü, yani Kur’an ve hadis hükümlerine uygun) olmadıkça kendilerine itaat edilmeyeceğine işaret ettiğindendir.

“Hiçbir mahlûka, Allah emrine uymadığı takdirde itaat edilemez”,

“Ancak mâruf (meşrû) olan emre itaat edilir”,

“Allah’a itaatsizlik sayılan emre itaat edilmez” (Buhârî, “Ahkâm”, 4, “Megazî”, 59; Müslim, “İmâre”, 39) hadisleri de bu kaideyi açıkça ifade etmektedir.

Şayet ümmet veya ferdler arasında bir anlaşmazlık çıkarsa mesele Allah’a ve resulüne götürülecektir. Bir meselenin “Allah’a götürülmesi” Kur’an’a, “Resule götürülmesi” ise sünnete başvurmayı gerektirdiği anlaşılmaktadır.

Demek ayet bize diyor ki:

“İhtilaflı bir işin hükmünü Allah’tan, yani Kur’an’dan ve Resulünden, yani sünneti olan hadislerinden sorun cevabını bulun!.”

اِنَّٓا اَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِتَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ بِمَٓا اَرٰيكَ اللّٰهُۜ

(Ey Muhammed!) Biz sana Kitab’ı (Kur’an’ı) hak olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah’ın sana öğrettikleri ile hüküm veresin.” (Nisa, 4/105)

فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتّٰى يُحَكِّمُوكَ ف۪يمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْۙ ثُمَّ لَا يَجِدُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ حَرَجاً مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْل۪يماً

“Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisa, 4/65)

Bu ayette hakiki iman sahiplerinin iki özelliği bildirilmektedir:

1- Aralarında bir anlaşmazlık çıktığında Resûlullah’ı hakem kılmak, onun hükmüne başvurmak.

2- Hz. Peygamber (sav) bir hüküm verince bunu kabullenmek ve onun adil olduğuna inanmak, itiraza kalkışmamak.

Allah’ın dinî hükmü demek olan Resûlullah’ın hükmüne başvurmak ve bunu gönülden kabullenmek iman alametidir. Bu bakımdan Müslümanların hayat nizamı iki temel kaynaktan alınır:

1- Furkan-ı Hakim ve Kuran-ı Kerim olan kitabımız.

2- Ferd-i Ekmel ve Üstad-ı Küll Ve Habib-i A’zam, Resul-i Ekrem Hz. Muhammed (sav)’in Sünnet-i Seniyyesi.

Sünnet hem mâna, hem hüküm olarak Allah tarafından peygamberine bildirilmesi, hem de Hz. Peygamber (sav)’in, ictihada dayalı hükümlerinin bulunduğu bütün tasarrufları İlahî kontrol altında bulunduğu bildirilir.

“Allah’ın Resülünde sizin için; … güzel bir örnek vardır. Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadın için kendiişleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resülüne karşı gelirse (verilmiş hükümleri beğenmez veya kabul etmezse) şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.” (Ahzap, 33/21, 36)

Yüce Allah, Resulüne kendi ile beraber itaat edilmesini bildirdiği gibi, şu ayetlerde de sadece Resulüne itaati bildiriyor:

فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِهِ النَّبِيِّ الْاُمِّيِّ الَّذ۪ي يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَكَلِمَاتِه۪ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

“Allah’ın o ümmî peygamberi olan Resûlüne, iman edin ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız.” (Araf, 7/158)

مَنْ يُطِـعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَۚ وَمَنْ تَوَلّٰى فَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظاًۜ

“Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa, 4/80)

وَمَٓا اٰتٰيكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهٰيكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُواۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِۢ

“Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah’ın azabı çetindir.” (Haşir, 59/7)

Bu emir ganimet gibi şeylerin dağıtımında, özellikle hayatta iken Hz. Peygamber (sav)’in takdir yetkisine saygılı olunması gerektiğini bildirir. Ancak Resulullah aranızda hayatta olmadığı vakitlerde de Hz. Peygamber (sav)’in sünnetinin Müslümanlar açısından bağlayıcı bir kaynak olduğunun Kur’an’daki dayanakları arasında bu ayet zikredilir. 

“Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın Sünnet-i Seniyesinin menbaı üçtür: Akvali, ef’ali, ahvalidir. Bu üç kısım dahi, üç kısımdır: Feraiz, nevafil, âdât-ı hasenesidir. Farz ve vâcib kısmında ittibaa mecburiyet var; terkinde, azab ve ikab vardır. Herkes ona ittibaa mükelleftir. Nevafil kısmında, emr-i istihbabî ile yine ehl-i iman mükelleftir. Fakat terkinde azab ve ikab yoktur. Fiilinde ve ittibaında azîm sevablar var ve tağyir ve tebdili bid’a ve dalalettir ve büyük hatadır (Nursî, Lem’alar) diye bildirilir.

Yukarıda zikredildiği gibi Kur’an’da birçok âyetin kesin delil olması sebebiyle hakikat ehli bütün âlim ve mürşidler özellikle fıkıh usulü âlimleri, dinin birinci kaynağı Kur’an, ikinci kaynağının ise sünnet (Resûlullah’ın sözü, fiili ve tasvibi) olduğunda ittifak etmişlerdir. Hz. Peygamber Efendimiz (sav)’in Kur’an dışındaki, dinî hükümlere ait bütün emir ve yasaklardaki sözleri de, vahye dayanır:

 اِنْ هُوَ اِلَّا وَحْيٌ يُوحٰىۙ * وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوٰىۜ

“O (Muhammed), kendi arzusu ile konuşmaz. Ancak kendisine bildirilen bir vahiydir.” (Necm, 53/3-4)

هٰذَا بَلَاغٌ لِلنَّاسِ وَلِيُنْذَرُوا بِه۪ وَلِيَعْلَمُٓوا اَنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌ وَلِيَذَّكَّرَ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ

“Bu Kur’an; kendisiyle uyarılsınlar, Allah’ın ancak tek ilah olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara bir bildiridir.” (İbrahim, 14/52)

 

adarselim@gmail.com

(S. Adar, Kadere İman, eserimden)