Kur’an’ı Kerimde şöyle bildirilir:
يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَابْتَغُوا اِلَيْهِ الْوَسٖيلَةَ وَجَاهِدُوا فٖى سَبٖيلِهٖ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
“Ey iman edenler, Allah’tan korkun, O’na yaklaşmaya vesile arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.” (Maide, 5/35)
يَبْتَغُونَ اِلٰى رَبِّهِمُ الْوَسٖيلَةَ
“Onlar Rablerine yaklaşmak için vesile ararlar.” (İsra, 17/57)
يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِقٖينَ
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve sadıklarla beraber olun.” (Tevbe, 9/119)
“Vesîle” iyi ameller işlenerek kendisi ile Allah’a yaklaşılabilen her şeydir. Allah’a yaklaştıran gerçek vesile; ilim ve ibadetle O’nun yolundan gitmek ve İslâm’ın güzelliklerini benimsemektir. (Râgıb, Müfredât) İbnu’l- Esîr’e göre vesîle; kurbet, vasıta ve kendisiyle bir şeye ulaşılabilen ve yakınlık sağlanabilen şey anlamındadır (Nihâye, V, 185)
Tarikat, tasavvuf ve hakikat eğitiminin temelinde mürşid vardır. Mürşidler ayna misali Şems-i Ezeliden aldıkları nuru müntesiblerine yansıtırlar. Nurun ve hakikat ziyasının gönüllere yerleşmesine vesile olurlar. Bu üç ayeti de delil olarak tasavvuf ehli zikreder ve öyle anlam verirler.
Aslında bütün ibadetler Cenab-ı Hakk’a yaklaşmaya, O’nun rızasına ermeye vesile olduğu gibi, her türlü günahlar ve isyanlar da O’ndan uzaklaşmaya sebebtir.
Hadis-i şeriflerde şöyle bildirilir:
“Bir şeye sebep olan onu yapmış gibidir.”
“İyi işlerde aracılık ediniz, ecir kazanırsınız.” (Buhârî, Zekât, 21; Müslim, Birr, 145; Ebû Dâvûd, Edeb, 117)
“Kim İslam’da iyi bir çığır açarsa açtığı çığrın ecri ve kendisinden sonra, onunla (o çığırla) amel edenlerin ecirleri, sevaplarından hiçbir şey eksilmeden ona aittir. Kim de İslam’da kötü bir çığır açarsa, açtığı çığrın günahı ve kendisinden sonra onunla amel edenlerin günahları, onların günahlarından hiçbir şey eksilmeden ona aittir.” (Müslim, Zekat, 69; Riyâzu’s-Salihîn, 19; Sunenu’n-Neseî, V, 99-100; et-Tâc, I, 74)
Mesela bin kişinin namaz kılmasına vesile olan, onun sevabına hissedar olacağı gibi, bir kişiyi kötü bir işe alıştıran, şerre sebep olan da onun günahlarına ortak olur.
مَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً يَكُنْ لَهُ نَصٖيبٌ مِنْهَا وَمَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً سَيِّئَةً يَكُنْ لَهُ كِفْلٌ مِنْهَا وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَیْءٍ مُقٖيتًا
“Kim güzel bir şefaatle (hayır ve iyiliklere aracı, vasıta olmakla) şefaat ederse, bundan kendisine bir sevap (hisse) vardır. Kim de kötü bir şefaatle (kötülüğe delil olmak ve yardım etmekle veya kötülük çığırını açmakla) şefaatte bulunursa, ondan kendisine bir günah payı vardır. Allah her şeye kadirdir.” (Nisa, 4/85)
Ayette geçen şefaat; aracı olmak, yardım etmek ve öncülük etmek anlamlarındadır. Allah’ın ve kulların haklarına riayet ederek, müminlerin iyiliği için çalışmak “şefaat-ı hasene”, insanlara her türlü menfi ve zararlı alışkanlıklar kazandırmak için gayret etmek de “şefaat-ı seyyie” olarak ifade edilmektedir.
Hayra vesile olana ecirler olduğu gibi, her türlü kötülüğe kapı açanlara da büyük bir vebal vardır.
Resulullah Efendimiz (sav) bizim hidayetimize vesiledir, ama hidayet Allah’ın elindedir.
اِنَّكَ لَا تَهْدٖى مَنْ اَحْبَبْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَهْدٖى مَنْ يَشَاءُ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَدٖينَ
“Doğrusu sen, sevdiğini doğru yola (hidayete) erdiremezsin; fakat Allah dilediğini doğru yola iletir ve doğru yola erecekleri O daha iyi bilir.” (Kasas, 28/56) ayeti de bu hakikati ifade etmektedir.
Aynı şekilde Nebi’yi Zişan (sav)’e Kur’an ayetlerini getiren Hz. Cebrail (as)’da bir vesiledir. Yüce Allah isteseydi onu vesile etmeden ayetleri doğrudan (miraçta olduğu gibi direkt) olarak Hz. Peygamber (sav) Efendimize bildirirdi. Aynen bunun gibi; insanları kötü alışkanlıklarından vazgeçiren, onların istikamet dairesinden hayat sürmelerini sağlayan bazı seçkin kullar, evliyalar ve mürşidler de birer vesiledir.
Yüce Allah bu dünyada eşyanın vücuda gelmesini sebeplere bağlamış. Bütün sebepler birer perdedir; o adi ve basit sebeplerden meydana gelen eşya ise harikadır. Bu kadar harika işler, mükemmel neticeler elbette ki sebebin işi olamaz. Sebepleri de onlardan meydana gelen netice (müsebbeb)leri de yaratan Allah’tır.
“Sebeb gayet âdi, âciz ve ona isnad edilen müsebbeb ise gayet san’atlı ve kıymetli olduğundan, sebebi azleder. Hem müsebbebin gayesi, faidesi dahi, cahil ve camid olan esbabı ortadan atar, bir Sâni’-i Hakîm’in eline teslim eder. Hem müsebbebin yüzündeki tezyinat ve meharetler, kendi kudretini zîşuurlara bildirmek isteyen ve kendini sevdirmek arzu eden bir Sâni’-i Hakîm’e işaret eder.
Kâh oluyor ki âyet; zahirî sebebi, icadın kabiliyetinden azletmek ve uzak göstermek için müsebbebin gayelerini, semerelerini gösteriyor. Tâ anlaşılsın ki; sebeb, yalnız zahirî bir perdedir. Çünki gayet hakîmane gayeleri ve mühim semereleri irade etmek, gayet Alîm, Hakîm birinin işi olmak lâzımdır. Sebebi ise şuursuz, camiddir. Hem semere ve gayetini zikretmekle âyet gösteriyor ki; sebebler çendan nazar-ı zahirîde ve vücudda müsebbebat ile muttasıl ve bitişik görünür. Fakat hakikatta mabeynlerinde uzak bir mesafe var. Sebebden müsebbebin icadına kadar o derece uzaklık var ki; en büyük bir sebebin eli, en edna bir müsebbebin icadına yetişemez. İşte sebeb ve müsebbeb ortasındaki uzun mesafede, esma-i İlahiye birer yıldız gibi tulû’ eder. Matla’ları, o mesafe-i maneviyedir..
Hem her müsebbeb gibi, zahirî sebebi dahi masnu’dur. Ve madem herşeyin vücudu, pek çok cihazat ve âletlere muhtaçtır. O halde, o tabiatı icad eden ve o sebebi halkeden bir Kadîr-i Mutlak var.” (Said Nursî; Sözler, Lem’alar)
Anasır-ı erba olan toprak, hava, su ve güneş eşyanın vücuda gelmesinde birer sebeptirler. Birinin olmaması durumunda istenen maksat hâsıl olmaz. Ancak o neticeler sebeplere verilemez. Meyve; sebeb olan anasır-ı erbanın işi olsa idi karpuzun dışı yeşil, içi kırmızı olur muydu?
Salatayı yeşerten, limonu sarartan, domatesi kızartan sebebler değil, hakikatte Yüce Allah’tır. Ama hikmet dünyasında ismi Hakim’in tecelliyi azamı ile sebebler vasıta kılınmıştır.
Yüce Allah, ağacı meyveye, arıyı bala, koyunu süte, tavuğu yumurtaya, anne ve babayı da çocuğa vesile kılmıştır. Hz. Âdem’i ana ve babasız, Hz. İsa’yı da babasız yaratan sonsuz kudret sahibi Allah, isteseydi ağacı da aradan kaldırır, meyveleri gökten yağdırırdı. Ama bunlarda nice derin sırlar, bilmediğimiz nice hikmetler vardır; esma-i İlahiyenin tecellileri söz konusudur.
Aynı şekilde doktorlar da birer vesiledir, şifayı veren Allah’tır. Birinin işe girmesine birileri vesile olmuşsa, ona teşekkür edilir, edilmelidir de. Çünkü vefa bunu gerektirir. Ama nasip eden Allah’tır. Maaşını mutemetten alan bir memur (eskiden öyle idi) ona teşekkür eder amma maaşını devletin verdiğin, bilirdi.
“Esbab, bir perdedir. Çünki izzet ve azamet öyle ister. Fakat iş gören, kudret-i Samedaniyedir. Çünki tevhid ve celal öyle ister ve istiklali iktiza eder.” (Sözler)
Hastalıklar da kazalar da birer perdedir, Hz. Azrail (as) vesile, tasarruf sahibi ise Cenab-ı Hak’tır.
adarselim@gmail.com