Hz. Peygamber (sav):
“Her insanın (Cin taifesinden bir karini) şeytanı vardır.”
“Şeytan, âdemoğlunun kalbinin üzerine hortumunu koyar, âdemoğlu Allah’ı anarsa şeytan gizlenir, Allah’ı anmayı unutursa onun kalbini yutar.”
“Kanın damarda dolaştığı gibi, şeytan da âdemoğlunun damarlarında dolaşır” gibi hadisleriyle hiçbir insanın vesveseden kurtulamayacağına işaret edilmiştir. Her şeyin meydana gelmesinde bir sebep olduğu gibi vesvesenin sebebi de şeytandır.
“İnsanlarda şeytan vazifesini gören cesedli ervah-ı habise bilmüşahede bulunduğu gibi, cinnîden cesedsiz ervah-ı habise dahi bulunduğu, o kat’iyyettedir. Eğer onlar maddî cesed giyseydiler, bu şerir insanların aynı olacaktılar. Hem eğer bu insan suretindeki insî şeytanlar cesedlerini çıkarabilse idiler, o cinnî iblisler olacaktılar.
İnsan küçük bir âlem olduğu gibi, âlem dahi büyük bir insandır. Bu küçük insan, o büyük insanın bir fihristesi ve hülâsasıdır. İnsanda bulunan nümunelerin büyük asılları, insan-ı ekberde bizzarure bulunacaktır. Meselâ: Nasılki insanda kuvve-i hâfızanın vücudu, âlemde Levh-i Mahfuz’un vücuduna kat’î delildir. Öyle de: İnsanda kalbin bir köşesinde lümme-i şeytaniye denilen bir âlet-i vesvese ve kuvve-i vâhimenin telkinatıyla konuşan bir şeytanî lisan ve ifsad edilen kuvve-i vâhime, küçük bir şeytan hükmüne geçtiğini ve sahiblerinin ihtiyarına zıd ve arzusuna muhalif hareket ettiklerini hissen ve hadsen herkes nefsinde görmesi, âlemde büyük şeytanların vücuduna kat’î bir delildir.
Ve bu lümme-i şeytaniye ve şu kuvve-i vâhime, bir kulak ve bir dil olduklarından, ona üfleyen ve bunu konuşturan haricî bir şahs-ı şerirenin vücudunu ihsas ederler.” (Nursî, Lem’alar)
Akıl kelimelerle düşünür, ama kalbin bütün işleri kelimesizdir. İnsan sanat-ı İlahiyeyi, o sanatlardan bir çiçeği veya güzel bir kokuyu “kelimelerle” sevmez. Kalb bu sevgisini kelimesiz yapar. Fakat, bu sevgisini ifade etmek, başkalarına aktarmak istediğinde de kelimelere iş düşer.
İşte kelimesiz seven, yine kelimesiz inanan, o insan kalbine, şeytan musallat olmakta, onunla kelimesiz konuşmakta, ona fısıltı kabilinden birtakım telkinlerde bulunmaktadır. İşte şeytanın bu fısıltılarına vesvese denilir.
Mesela, karşısındakine birtakım yanlış ve şer fikirler aşılayan bir insan, konuşurken muhatabının gözüne bakar ve göz penceresinden onun ruhuna nüfuz etmeye, ona bir şeyler telkin etmeye çalışır. Faraza bu iki şahsın bedenlerini hayalen ortadan kaldırırsak, ortada iki ayrı ruh kalır. Bunlardan birisi diğerini aldatmak ve etkilemek isteyen ruhtur. İşte şeytanın da yaptığı benzeri bir durumdur.
Günümüz teknolojisinde kullanılan uzuktan kumanda / maos, otomatik anahtar vb. aletler şeytanın hem varlığına, hem de vesvese ile telkinlerini kalbe gönderme biçimini çok açık bir şekilde ispat ederler. TV, teyib / müzik çalar, bilgisayar, klimalar, otomobiller vs. vs. gibi cihazların içine konan emir – komuta alıcı iletişim mekanizması ile frekansları yerleştirilen harici kumanda, maos ve otomatik anahtarlar gibi aletler şeytanların varlığını ve iletişim şekillerini bizlere bildirirler. Şöyle ki:
Tabir-i caiz ise, cihazları birer insan kabul edersek, hariçteki o aletleri / aksesuarları da birer şeytan olarak kabul edebiliriz. Bunlar arasında ki iletişim kelimesiz, yani sözsüzdür. İletişimi görmediğimiz gibi, sesini de işitmediğimiz halde, bu iletişimi de inkâr edemediğimiz bir gerçektir. İşte her iki varlık arasında dalga frekansları ile istenilen emir – komuta cihaz içindeki lümme-i şeytaniye mesabesendeki merkeze gönderilmektedir. Karşıdaki söz konusu alet, cihaz veya makinelerde istenilen tasarruflar gerçekleştirilmiş olur.
Aynen bunun gibi şeytanda vesvesesini kalb üzerindeki lümme-i şeytaniye merkezine göndermekle iletişimi kurmakla işini yapar. Aynı şekilde melek-i ilhamın da iletişimi gerçekleştirilmektedir. Melek ve şeytanlar kalb-i insanîde, melek-i ilham ile şeytan-ı hususî tarzında o mevkide mübareze ederler. Çünkü “bir kanun-u mübareze ile melekler şeytanlarla ve hayırlar şerlerle, tâ kalbin etrafındaki ilham, vesvese ile mücadele ederler.
İşte kalb etrafındaki ilhamat ve vesveselerin mübarezelerinden tut, tâ sema âfâkında melaike ve şeytanların mübarezesine kadar o kanunun şümulünü iktiza eder.” (Nursî, rnk)
Değil yakın mesafelerde çok uzak mesafelere -bir ülkeden diğer bir ülkeye, hatta dünyanın bir ucundan öbür ucuna, binlerce km uzaklığa- kadar cep telefon iletişimleri meselemizi ayan beyan ortaya koymakla ispatını yapar.
Telefonumuzda farklı şahıslara ait olmak üzere, yüzlerce telefon numaraları olmasına rağmen konuşmak istenilen şahsın numarasına emir – komut verildiğinde arada bir engel yoksa (kapalılık, çekim alan dışı, engelleyici chmairle korunmuyorsa) karşıdaki kişinin telefonunun çaldığı bilinir. Eğer o kişi konuşmak ister veya konuşmaya izin verirse iletişim kelimelerle, sözlü olarak başlar. Ağızdan çıkan seslerin nakli görülmediği ve nakil süresince işitilmediği halde, her iki konuşmacı, basit iki alet sayesinde konuşulanları duyar ve anlarlar.
İmtihan için insan kalbinde bulunan melek-i ilham ve vesvese-i şeytan iletişimi de aynı şekilde gerçekleşmekte olduğu bilinir. Ancak insanların, özellikle de mü’minlerin, ilham veya vesveseye izin vermeleri, engel koymamaları, çekim alan dışına çıkmadıkları sürece; ilhama mazhar ve vesveseye mahal olup-olmamaları iradelerine, bilgi, beceri, ilim, irfanlarına bağlıdır. Özellikle şeytani vesvese ve telkinlere karşı Kur’an-ı Kerim ile Sünnet-i Seniye-i Peygamberi ilimleriyle -tabir-i caiz ise- koruma kalkanı ve chmair olarak kendilerini muhafaza edebilirler.
(İblis:) “Rabbim! Dirilecekleri güne kadar beni beklet” dedi.
(Allah:) “Sen bilinen güne kadar bekletileceklerdensin” dedi.
(İblis:) “Senin izzetine and olsun ki, onlardan ihlâs sahibi kulların bir yana, onların hepsini azdıracağım.” dedi.
(Allah:) “İşte bu doğrudur. Ben de gerçeği söylüyorum, seni ve sana uyanların hepsini cehenneme dolduracağım” dedi.[1]*
“Şüphesiz ki, kullarım üzerinde senin hiçbir sultan yoktur. Ancak sana tabi olan şaşkın azgınlar müstesna.”[2]
“Hem onlardan gücün yettiğini sesinle oynat, süvarinle piyadenle üzerlerine yürü; mallarına ve çocuklarına ortak ol ve onlara va’dlerde bulun.” dedi. Şeytan sadece onları aldatmak için vaadde bulunur.”[3]
“Doğrusu, benim (gerçek mü’min) kullarıma senin bir etkin olmaz. Rabbin vekil olarak yeter.”[4]
“Şüphesiz ki, iman edip Rablerine tevekkül edenlere onun (şeytanın) sultası yoktur.”[5]
“Onun sultası ancak, onu kendine dost edinenlere ve bir de Allah’a ortak koşanlar üzerinedir.”[6]
DİPNOTLAR:
[1]– Sâd, 38/75-85, A’raf, 7/12-18.
* Bkz. bu olay ve karşılıklı konuşma, Hicir, 15/29-44, İsra, 17/61- 65 ayetlerde vardır.
[2]– Hicir, 15/42.
[3]– İsra, 17/64.
[4]– İsra, 17/65.
[5]– Nahl, 16/99.
[6]– Nahl, 16/100.
adarselim@gmail.com