İnsan vücudunda, belli bir amaç için, yani vücudun canlılığının devamlılığı için, bütün sistemler bir arada, bağlantılı bir şekilde ve tam bir uyum içinde çalışır. İnsan vücudunda akıl almaz karmaşıklıkta ve büyüklükte bir koordinasyon ağı vardır. Amaç canlılığı devam ettirmektir
Kaslar ve eklemlerin içinde, vücudun o anki konumuna ait bilgileri veren milyarlarca küçük, mikroskobik algılayıcı vardır. Bu algılayıcılardan gelen mesajlar, merkezi sinir sistemine ulaşır ve burada yapılan değerlendirmeye göre, kaslara yeni emirler gönderilir. Vücuttaki koordinasyonun mükemmelliği şu örnekle daha iyi anlaşılacaktır:
Yalnızca elinizi havaya kaldırmanız için omuzunuzun bükülmesi, “biceps” ve “triceps” denilen ön ve arka kol kaslarınızın sırayla kasılıp gevşemeleri, dirseğiniz ve bileğiniz arasında bulunan kasların bileği döndürmeleri gerekir. Hareketin her aşamasında, bu kasların içindeki milyarlarca algılayıcı, her an kasların konumlarını merkeze bildirir. Merkezden de kaslara bir an sonra ne yapmaları gerektiği iletilir. Tabii ki insan bütün bunların farkına varmaz, yalnızca elini kaldırmak ister ve kaldırır.
İnsan vücudundaki organların ve sistemlerin hepsi “mucizevi” özelliklere sahiptir. Bu özellikler incelendiğinde insan, varlığının ne denli ince hesaplara dayandığını ve yaratılışındaki mucizeleri görecektir ve Allah’ın sonsuz ilmini ve insan üzerindeki kusursuz sanatını bir kez daha kavrayacaktır.
Alan uzmanlarının dediğine göre 400 vazifesi olan Karaciğer sağlıklı bir vücutta, toplam kanın % 10’unu, yani 450 ml kanı bünyesinde tutar. Bazı durumlarda, örneğin kalp yetmezliği söz konusu olduğunda vücutta dolaşan kan miktarı, kalbin çalışma temposuna fazla gelecektir. Bu durumda karaciğer kan tutma hacmini iki kat daha arttırarak, 1 litre kanı fazladan depolar. Vücutta kan ihtiyacı arttığında karaciğer, bünyesinde depoladığı kanı dolaşıma vererek kan ihtiyacını giderir.
İnsan vücudundaki 100 trilyon hücreyi teker teker gezen dolaşım sisteminin en önemli elemanı, hiç kuşkusuz ki kalptir. Vücuttaki kirli ve temiz kanın birbirlerine karışmadan vücudun farklı bölgelerine pompalanmasını sağlayan kalptir. Hiçbir müdahalemiz olmamasına rağmen yaşamımız boyunca belirli bir tempoda hiç ara vermeden atan kalbimiz, Yaratılışın açık delillerinden biridir.
Kan; kılcal damarlardaki bu dolaşım sırasında oksijenden başka içine aldığı hormon, besin ve diğer türden maddeleri de dokulara dağıtır.
“O, gökleri ve yeri örneksiz yoktan yaratandır… Her şeyi yaratan O’dur. O, her şeyi hakkıyla bilendir. Sizin Rabbiniz Allah’tır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, her şeyin yaratıcısıdır.” (Enam, 6/101-102)
Geçmiş yıllarda insanın vücudunda ki, apantisit gibi lüzumsuz organların bulunduğunu söyleyenler vardı. Halbuki,bu lüzumsuz dedikleri kör bağırsağın alt karnın organlarının bademciğiydi. Bağırsakta bulunan faydalı mikropların dengesini ayarladığı bugün tıbbi olarak ispatlanmıştır. Zaten insan vücudunda faydasız bir organ kesinlikle yoktur.
“Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme; çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsra,17/36)
Biyokimya alanında, değil bir canlının, herhangi bir hücresinde bulunan bir protein molekülünün bile tesadüfen oluşma ihtimalinin matematiksel olarak “sıfır” olduğu ortaya konmuştur.
Genetik Bilimi, DNA’yı keşfetmiş ve her canlının her hücresinin çekirdeğinde, o canlı ile ilgili son derece detaylı bilgilerin, şifreli olarak kayıtlı olduğunu bulmuştur.
Etrafımızı saran hava, % 21 oksijen, % 78 azot ve on binde 3 karbondioksit gazlarının karışımından oluşur. Oksijen hücrelerimize kadar girip, oraya gelmiş olan gıda maddelerini yakarak, bize kuvvet, kudret veriyor. Oksijenin havadaki miktarı daha çok olsaydı, hücrelerimizi de yakar, hepimiz kül olurduk. Miktarı 21 den az olsaydı, gıdalarımızı yakamazdı. Yine, hiçbir canlı yaşayamazdı.
Yağmurlu, şimşekli havalarda, oksijen azotla birleşerek, havada nitrat tuzları hâsıl olup, yağmurla toprağa iniyor. Bunlar, nebatatı [bitkileri] besliyor. Nebatlar da [Bitkiler de], hayvanlara, hayvanlar da insanlara gıda oluyor. Görülüyor ki, rızkımız semada hâsıl olmakta, göklerden yağmaktadır.
Havadaki karbondioksit miktarı azalırsa, kalbimiz durur ve nefes alamayız. Miktarı artarsa boğuluruz. Karbondioksit miktarının hiç değişmemesi lazımdır. Bunun için de, Cenab-ı Hak denizleri yarattı. Karbondioksit miktarı artınca, kısmi tazyiki de [basıncı da] artıp, fazlası denizlerde eriyerek, sudaki karbonatla birleşerek, onu bikarbonat haline çeviriyor. Bu da, dibe çökerek deryaların [denizlerin] dibinde çamur tabakası hâsıl oluyor.
Vücudumuzdaki sistem enfüsi, o sistemin devamlılığının sağlanması içinde dış sistem olan afaki sistemlerin mizan ve intizamla çalışması şarttır.
adarselim@gmail.com