1- Kalemi Kullanmak

Okuma ve yazma ilmin ana vasıtalarıdır. Okumak ve yazmak; bilmediğini öğrenmek ve öğretmektir. Yazmaktan gaye, fikir ve bilgi de ufuk açısını genişletmek ve başkalarına da ışık tutabilmektir.

Yüce Allah;

“Yaratan Rabbinin adıyla OKU!”,

“O, kalemle YAZMAYI öğretendir, insana BİLMEDİĞİNİ öğretendir.” (Alak, 96/1-5)

“Nun ve Kalem ve ehli kalemin satıra dizdikleri ve dizecekleri hakkı için.” (Kalem, 68/1-2) fermanlarıyla ilimin, okumak ve yazmaktan ayrı düşünülemeyeceğini bildirmektedir. Aynı zamanda da; niçin okunacağını ve ilim ile bilginin nasıl öğrenilebileceğini de beyan etmektedir.

İnsan; ancak okuma, yazma ve ilhamla bilmediğini öğrenebilir. Herkesin bildiği üzere yazmak kalemle olur. Kalem her zaman yerini korumaktadır. Aslında geçmişte daktilo, günümüzde bilgisayar, çok yakın gelecekte; sesi yazıya dönüştüren elektronik cihazların hepsi de birer kalemdir. Bu anlamda kalem; bilgi, kariyer ve başarıyı ifade eder. Kalem yazma, çizme vb. işlerde kullanılan çeşitli biçimlerde, insanların yazmak için kullandıkları araçlardır. Kalem, yazar anlamına da gelir.

 “Kalem kılıçtan keskindir”,

“Dünyanın en güçlü silahı kalemdir”  

“Kalemi iyi kullananı kimse yenemez” ata sözleri kalemin temsil ettiği; ilim ve bilginin ne kadar ehemmiyetli olduğunu bildirmektedir. Bu nedenle kalem her meslek için ayrı mana taşır. Mesela, mimar için mekânı, bir mühendis için planı, bir şair için şiiri, bir yazar için yazıyı vb. gibi.

Hadis-i Şeriflerde:

“Allah’ın ilk yarattığı şey kalemdir.” (Keşfü’l-Hafa, 1/309)

“Allah’ın ilk yarattığı şey kalem’dir. Kalem’e yaz, buyurdu. Kalem ne yazayım? dedi. Allah kaderi yaz buyurdu. Kalem, ebede (sonsuza) kadar olacak şeylerin hepsini yazdı” (Tirmizi, Kader, 17 (2155) buyrulmuştur.

Kalemin önemini Mehmed Kırkıncı Hoca şöyle izah eder:

“Cenab-ı Hak insana maksat ve meramını ifade etmesi için, konuşma nimetini ihsan ettiği gibi, fikir ve düşüncelerini bütün insanlığa ulaştırabilmesi için de kalem nimetini bahşetmiştir. Kalem,  öyle ulvi ve büyük bir nimettir ki, onun mahiyetini, hizmet ve faydasını en beliğ edipler dahi tariften acizdir.

Cenab-ı Hakk’ın hiçbir mahlukuna vermediği ve sadece insana bahşettiği konuşma ve yazma kabiliyeti,  bütün takdirlerin fevkinde kıymeti olan ve şükrü ödenmez iki büyük nimettir.

Gerçek fetih ulemanın yaptığı gibi, kelâm ve kalem”le olur. Resulullah (sav)’in varisi olan âlimlerin usulü üzere talim ve terbiye ile güzel örneklerle gönüller fethedilir. Çünkü “kalem, aklın dilidir”, “kalem kalbin isteklerini yazan araçtır” ve “söz uçar yazı kalır” sözleri de boşuna söylenmemiştir.”

2- Yazar Olmak

Hiç kimse meslek sahibi ve yazar-çizer olarak doğmaz. Bütün meslekler ve sanatlar gibi, yazmak ve yazar olmak dahi sonradan öğrenilebilir. Yazarlık dahil pek çok mesleğin % 30’u kabiliyet ise, %70’i de çalışmak olduğunu herkes bilir.

İyi bir yazar olmak için iyi bir okuyucu olmak gerekir. Her okuyan yazar olamaz, ama yazar olmak için de mutlaka okur olmak şarttır. Akü, telefon veya elektronik bir cihaz şarj olmazsa çalışmaz. Dolmayan bardak taşmaz, taşmayan bardak çevresine ab-ı hayat sunamaz. Yazabilmek için okumak; akü, telefon ve elektronik cihazların şarj olması, bardağın dolması gibi zorunludur.

İlk önce yazmaktan daha çok mutlaka okumalıyız. Çünkü okumayan anlayamaz, ilim sahibi olamaz, anlamayan ve ilim sahibi olmayanda yazamaz. Yani okuyan bilir, bilen konuşur, ancak böyle bir insan da; konuştuğunu ve düşündüğünü beyaz kağıda siyah nakışlarla nakşedebilir. Beyaz ve siyah nakışlar da; nur saçan, ilim yayan, bilgi sunan, ufuk açan, okuyanı aydınlatan, ahiretini hatırlatan siyah incilerdir. Bu incilerde elbette ki sanatkâr, mahir ustalar ister. Bunun da çıraklık, kalfalık ve ustalık dönemleri olacaktır. Tıpkı şâir ve yazarlık; askeriyedeki onbaşıdan mareşâle kadar olan rütbeler gibidir. Yazarlığın başlangıcını onbaşılık kabul edersek; bir onbaşı, gereklerini yerine getirerek azim ve gayretle çalışır­sa, en yüksek mertebeye çıkabilir. Askeriyede bunun örneklerinin varlığını haberlerden duyduk. Sağlık ocağında hizmetli olarak göreve başlayan birinin de, aynı kuruma doktor olarak atanıp görev yapanı da bilmekteyiz.

Ancak ordudaki; hava, kara, deniz ve jandarma kuvvet bi­rim ve bölümlerinde olduğu gibi, şâir ve yazarlıkta da farklı alanlar vardır. Kimi şiir, kimi fikir, kimi hikâye, kimi roman, kimi tiyatro vb. alanında yazar. Bazen de söz konusu alanların iki veya üçünde de ihtisaslaşabilir. Böylece her yazar kendi sahasında zirveye doğru yürümeye başlar.

Bunun için okuduğunuz bir kitaptan, yazıdan aklınızda kalan veya size çarpıcı gelen bir meseleyi, bir sözü, vurucu bir cümleyi de kendi üslubunuzla yazabilirsiniz. Bu size ilham kaynağı olacak, sizin yazınız ondan olacak, fakat o olmayacak.

Tedai-yi efkâr denen fikir çağrışımları, ilhamlar, sünuhatlar zaman zaman kalbinize doğarlar. Gezdiğinizde, okuduğunuzda zihninizde tedai-i efkâr denen fikir çağrışımları olacaktır. Zamanla onlardan çok güzel değerlendirmeler, çarpıcı fikirler çıkarabilirsiniz.

Ancak ilk zamanlarda edebî ve beliğ cümleler kullanmaya kendinizi asla zorlamayın. Fakat önce içinizden geldiği gibi düşündüklerinizi kâğıda dökünüz. Sonra tekrar tekrar okuyup, gerekli düzeltmeleri yapınız. Eleştiri ve tenkitlere haksız dahi olsa mutlaka açık olunuz, çünkü kazanan karşı taraf değil, siz ve eseriniz olacaktır. Zamanla üslubunuz oturacak ve gittikçe yazılarınız orijinal olmaya başlayacaktır.

Lafız, mananın elbisesidir. Elbise düzgün olmalı, ama asıl olan manadır. Süslü, edebî cümleler yerine, anlatmak istediğiniz konuda, düşüncelerinize ağırlık verebilirsiniz. Çalışmalarınız da kendi alan ve branşınıza yönelik veya sevdiğiniz mevzu ile ilgili olmalı. Ancak okunacak kitaplar, yapılacak araştırmalar, seçtiğiniz konularda yoğunlaşarak -tabir-i caiz ise- şarj olacak veya bardak misali dolacaksınız.

Yazılarınızda her zaman “5 N, 1 K” formülünü uygulamanız faydalı olacaktır. Bu formülü cümlede, paragrafta, bölümde, hatta eserinizin tamamında uygulayabilirsiniz.

“Ne? Ne zaman? Nerede? Nasıl? Niçin? Kim?”

Üstad Bediüzzaman “Risale-i Nur Külliyatı”nda şöyle anlatmaktadır:

“Bir eser okunacağı veya bir söz dinleneceği (veya bir eser yazılacağı) zaman, evvelâ;

“Kim söylemiş? Kime söylemiş? Ne için söylemiş? Ne makamda söylemiş?” olan bir kaide-i esasiyeyi, nazar-ı itibara almalı. Evet, kelâmın tabakatının ulviyeti, güzelliği ve kuvvetinin menbaı, şu dört şeydir:

Mütekellim, muhatab, maksad ve makam.”

Yoksa her ele geçen kitab okunmamalı, her söylenen söze kulak verilmemelidir. Meselâ: Bir kumandanın, bir orduya verdiği arş emriyle; bir neferin, arş sözü arasında ne kadar fark vardır? Birincisi koca bir orduyu harekete getirir. Aynı kelâm olan ikincisi, belki bir neferi bile yürütemez.” (Nursî, Sözler) Çünkü kelam aynı, fakat söyleyen ağız farklı. Yazılan eserlerde de niyet, amaç, gaye, fikir, ihlas, sadakat, samimiyet aynı tür eserlerde zirveye ve baskı sayılarına yükselmesine en büyük etkendir.

Eserler; ağaç ve meyveleri gibidir. Ağaçlar kocaman ama meyveleri küçüktür. Meyve bu küçüklüğü ile birlikte ait olduğu ağaç ve yeryüzündeki türü olan ağaçların bütün özelliklerini kalbi hükmünde olan çekirdeklerinde taşır. Elmadan, hanzeleye, zeytinden incire, hurmadan cevize, fındıktan üzüme, zakkumdan kiraza, kayısıdan duta ve armuttan bademe kadar….. yine kabaktan kavuna, karpuzdan bibere, salatadan domatese….. varıncaya dek çeşitlik çoktur.

Bunların ıslah edilmişleri ve kültürel olanları olduğu gibi, yabanileri de mevcuttur. Aynı meyveler olmalarına rağmen kültür olanları tatlı, yabani olanları acıdır. Mesela acı kavun, armut, fındık gibi, acı ve tatlı biberler ve benzerleri; bazı bünyelere ve midelere zararlı olduğu bilinmektedir. Bunların yenmesi; acı ve zehirli olduğundan insana zarar verebilir.

Yine yukarıda zikredilen ağaçlardan bir aydan üç aya, bir yıldan üç, beş, yedi hatta on beş yıla kadar, meyve verenleri vardır.

İşte şâir ve yazarlıkta da meyve misali eser için çalışmalarda uzun yıllar alabilir, muhtelif ağaçlar gibi farklı sürelerde ortaya konabilir. Kültürel ve ıslah edilmişler ile yabani meyvelerin, insanlığa yararlı olma farklılıkları gibi, yazarlarında eserlerini böyle farklı farklı vücuda getirdikleri bilinen realitedir. Yani çekirdeği birbirine çok benzeyen elma faydalı, hanzele zararlı, yine kiraz faydalı zakkum zararlı olduğu gibi.

Eserler küçük çaplı olabilir, ama çekirdek misali kendi alanında nice eserlerin özünü taşırlar. Katre misali okyanustan hem haber verir, hem de onun varlığına delil olurlar. Çünkü molekülleri bir ve aynıdır. Tabîi gıda olarak olgunlaşma süresi karpuzgiller ile ceviz, elma, dut gibi meyvegiller de bir değildir. Çünkü yukarı da bahsedildiği üzere ilham çeşitleri farklı olduğu gibi, insanların ilimleri de farklıdır. Şöyle ki:

* Kesbî ilimler,

* Vehbî ilimler,

* Hem kesbî, hem vehbî (ledüni) ilimler.

Çağımız insanının mâlayani meşguliyetlerinin çok olması nedeniyle, zamanı az, işleri çoktur. Bu nedenle kalın kitap ve uzun yazıları okuyamaz hale gelmiştir. Mümkün olduğunca kısa cümleler ile beliğ, veciz, özlü ve net ifadelerle eserlerinizi yazmanızda fayda vardır.

“İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olanıdır.”

“Öldükten sonra amel defteri kapanmayanlar için hasene-i cariye; hayırlı evlat, faydalı ilim ve umum insan ve hayvanların istifade edecekleri hayrat (cami, okul, çeşme, köprü vs.)lardır.”

İşin özü, sözün kısası; anahtar kelimemiz: Okumak, okumak ve yine okumaktır!. Azimli olup yılmadan, usanmadan, büyük bir sabırla ibadet niyetiyle; çalışmak, çalışmak yine çalışmaktır!. Dolu kâğıtları akıl ve hafızaya boşaltmak, boş beyaz sayfa ve kâğıtları da doldurmak temennisiyle!..

 

adarselim@gmail.com