İstiğfar; afv dilemek. Cenab-ı Hak’tan kusurlarının affedilmesini, günahlarının bağışlanmasını istemektir. Tevbe etmek ve “Estağfirullâh” demektir.
فَقُلْتُ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ اِنَّهُ كَانَ غَفَّارًا
“Dedim: Rabbinizden mağfiret dileyin; çünkü O, mağfireti çok bir Gaffar’dır.” (Nuh, 71/10)
وَاسْتَغْفِرْ لِذَنْبِكَ
“Günahına istiğfar et” (Muhammed, 47/19) cümlesinde iki vecih vardır:
1- Yani senden günah meydana gelmemesi için Allah’a İSTİĞFAR et.
2- Allah seni günahlardan korusun diye İSTİĞFAR et. (Maverdi, Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed, en-Nüket ve’l-Uyûn, Daru’l-Kitabi’l-İlmiye Yay. Beyrut tsz. V, 300)
Ey insan!..
Senin elinde gayet zaîf, fakat seyyiatta ve tahribatta eli gayet uzun ve hasenatta eli gayet kısa, cüz’-i ihtiyarî namında bir iraden var.
O iradenin bir eline DUAYI ver ki, silsile-i hasenatın bir meyvesi olan Cennet’e eli yetişsin ve bir çiçeği olan saadet-i ebediyeye eli uzansın.
Diğer eline İSTİĞFARI VER Kİ, onun eli seyyiattan kısalsın ve o şecere-i mel’unenin bir meyvesi olan Zakkum-u Cehennem’e yetişmesin. Demek dua ve tevekkül, meyelan-ı hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi; İSTİĞFAR VE TÖVBE DAHİ, meyelan-ı şerri keser, tecavüzatını kırar. (Said Nursî, Sözler, 468)
Tövbe müminlerin, inâbe evliyanın, evbe peygamberlerin makamıdır. (Nûr, 24/31; Sâd, 38/30, 44; Kaf, 50/33) Tövbe büyük günahlardan, inâbe küçük günahlardan, evbe nefisten Hakk’a dönüştür. (DİA, TÖVBE md)
Kur’an’da, “Rabbinize inâbe ediniz, dönünüz” (Zümer, 39/54) buyurulmuştur
Tevbe ve istiğfar birbirine yakın DUAlardır. Diğer duaların ve ibâdetlerin makbul olması için de önce TEVBE VE İSTİĞFARLA DUA ve İBÂDETLERE başlanması tavsiye edilmiştir.
Hz. Peygamber (asm)’ın “SEYYİDÜ’L-İSTİĞFÂR” (İstiğfârın en güzeli) diye nitelediği DUA şöyledir:
اللَّهُمَّ أَنْتَ رَبِّى ، لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنْتَ ، خَلَقْتَنِى وَأَنَا عَبْدُكَ ، وَأَنَا عَلَى عَهْدِكَ وَوَعْدِكَ مَا اسْتَطَعْتُ ، أَعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّ مَا صَنَعْتُ ، أَبُوءُ لَكَ بِنِعْمَتِكَ عَلَىَّ وَأَبُوءُ بِذَنْبِى ، اغْفِرْ لِى ، فَإِنَّهُ لاَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ أَنْتَ
“Allah’ım! Sen benim Rabbimsin! Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Beni sen yarattın. Ben Senin kulunum; gücüm yettiği kadarıyla Senin ahdin ve va’din üzere bulunuyorum. Yaptığım fenalıkların şerrinden Sana sığınırım. Üzerimde olan nimetlerini itiraf ederim; günahımı da itiraf ederim. Beni bağışla; çünkü Senden başka hiçbir kimse günahları bağışlamaz.” (Buhârî, Daavât, 2)
Hz. Peygamber (asm) buyurdu ki:
“Bu SEYYİDÜ’L-İSTİĞFÂR duasını her kim kalbiyle sevap ve faziletine kesin inanarak gündüz okur da o gün akşama girmeden önce ölürse, o kimse cennet ehlindendir. Her kim de sevap ve faziletine kesin inanarak bunu geceleyin okur da sabaha girmeden evvel ölürse, o kimse de cennet ehli zümresindendir.” (Buhârî, Daavât, 2)
Aslında kişinin Rabbine yönelerek içinden geldiği gibi dile getirdiği her türlü bağışlanma duası zaten bir istiğfardır.
Bazı büyükler: “İstiğfarda mı bulunayım, tesbihat mı yapayım?” diye soru soranlara şu cevabı vermiştir:
– “Kirli elbise, buhurdan ziyade sabuna muhtaçtır.”
TEVBE VE İSTİĞFAR İÇİN İLLA DA GÜNAH İŞLEMİŞ OLMAK GEREKMEZ. Allah’a dua vb. şekilde ibadet edecek olan kimsenin buna “tevbe ve istiğfar”la başlaması, kirlerden temizlenmesi gerekir. Zîra temizlerin duası daha çabuk icâbet görür. Hem tövbe ve istiğfarda birer duadır.
“Allah, istiğfara DEVAM EDEN kimsenin her sıkıntısı için bir çıkış yolu ve her kederi için bir ferahlık sağlar. Onu hiç beklemediği yerden rızıklandırır.” (Ebû Dâvûd, Vitr, 44, 26; İbn Mâce, Edeb, 57)
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurur:
“BAZAN KALBİMİN PERDELENDİĞİ OLUR. Ama ben Allah’a günde yüz defa istiğfâr ediyorum.” (Müslim, Zikir 41; Ebû Dâvûd, Vitir 26; Riyazus Salihin, 1873)
“Vallahi ben günde yetmiş defadan fazla Allah’tan beni bağışlamasını diler, tövbe ederim.” (Buhârî, Daavât 3. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîr 47; İbni Mâce, Edeb 57; Riyazus Salihin, 1874)
Her mü’min şöyle düşünmeli “ben aczimi itiraf ederek ibadeti lâyık-ı vechile eda edemediğimden istiğfar ve tazarru’ ile merhamet-i İlahiyeye dehalet edip, kusurum affolunmak, kusurlu amelim kabul olunmak için mütezellilane bir niyaza vesile” yapıyorum. (Sözler, 277)
İstiğfar, Cenab-ı Hakk’a tam abd olmanın gereği olarak yapılan tesbih, zikir ve bir ibadettir.
“Gaye-i insaniyet ve vazife-i beşeriyet, ahlâk-ı İlahiye ile ve secaya-yı hasene ile tahalluk etmekle beraber,
aczini bilip kudret-i İlahiyeye iltica,
za’fını görüp kuvvet-i İlahiyeye istinad,
fakrını görüp rahmet-i İlahiyeye itimad,
ihtiyacını görüp gına-i İlahiyeden istimdad,
kusurunu görüp afv-ı İlahîye İSTİĞFAR,
naksını görüp kemal-i İlahîye tesbihhan olmaktır. (Nursî, Sözler, 540)
Kusur; kulun Rabbine karşı ibadet ve itaatte noksan ve eksikliğini görmesi ve âcizliğini bilmesidir. Bir mümin manevî bir nedamet (pişmanlık), gizli bir tövbe ve zımnî bir istiğfar ederek kusurunu bilmesi, ibadet ve itaatte noksanlığını anlaması ve İLAHÎ HIFZIYET İLE KENDİNE GELECEK OLAN ŞERLERDEN KURTULMASINA SEBEPTİR. Çünkü istiğfar, manevî temizliktir, mikrop kapmasını önler.
İnsan maddî / bedenî temizlik yaptığı gibi, manevî / ruhî ve kalbi temizlikte yapması gerekir. Her zaman insan bedenen kirlendiği için değil, bazen de hararet-i garziyeyi dindirmek için temizlik yapar. Hatta ellerini ve ayaklarını suda bekletir ve ferahlanır, ferahlatır. Aynen bunun gibi, bir mü’min her zaman günahlardan dolayı afv ve mağfiret, yani tevbe ve istiğfarda bulunması gerekmez. Günah işlemediği halde ruh ve kalbini ferahlatmak için, Allah’tan mağfiret dilemek niyetiyle tevbe ve istiğfar eder ve etmelidir.
Nefs ve şeytanlara karşı mücahede de bulunan her mü’min ve Müslüman’ın kendini donanımlı kılması şarttır. Bunun için bütün ehl-i imanın; bu müdhiş düşmanlarına karşı zırhı: Kur’an tezgâhında yapılan takvadır. Ve siperi, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın Sünnet-i Seniyesidir. Ve silâhı, İSTİAZE VE İSTİĞFAR VE HIFZ-I İLAHİYEYE İLTİCADIR.
İşte ehl-i iman olanların; şeytanların aldatma ve tahribatına karşı en mühim silâhı ve cihazat-ı tamiriyesi İSTİĞFARdır ve “Eûzü billah” demekle Cenab-ı Hakk’a iltica etmesidir. Ve kal’ası ve zırhı Sünnet-i Seniyedir. Çünkü şeytan cüz’î bir emr-i ademî ile insanı mühim tehlikelere atar. Hem insandaki nefis ise, şeytanı her vakit dinler. Kuvve-i şeheviye ve gazabiye ise, şeytan desiselerine hem kâbile, hem nâkile iki cihaz hükmündedirler.
İşte bunun içindir ki, Cenab-ı Hakk’ın “Gafur”, “Rahîm” gibi iki ismi, tecelli-i a’zamla ehl-i imana teveccüh ediyor. Kur’an-ı Hakîm’de Peygamberlere en mühim ihsanı, mağfiret olduğunu gösteriyor ve ONLARI, İSTİĞFAR ETMEYE DAVET EDİYOR.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ kelime-i kudsiyesini her sure başında tekrar ile ve her mübarek işlerde zikrine emretmesiyle, kâinatı ihata eden rahmet-i vasiasını melce ve tahassüngâh gösteriyor ve فَاسْتَعِذْ emriyle “Eûzü billahi mineşşeytanirracîm” kelimesini siper yapıyor.
Evet, şeytanı dinleyen bir nefis, kusurunu görmek istemez; görse de, yüz tevil ile tevil ettirir.
وَ عَيْنُ الرِّضَا عَنْ كُلِّ عَيْبٍ كَلِيلَةٌ sırrıyla: Nefsine nazar-ı rıza ile baktığı için ayıbını görmez. Ayıbını görmediği için itiraf etmez, istiğfar etmez, istiaze etmez; şeytana maskara olur. Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm gibi bir Peygamber-i Âlîşan, وَمَا اُبَرِّئُ نَفْسِى اِنَّ النَّفْسَ َلاَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ اِلاَّ مَا رَحِمَ رَبِّى dediği halde, nasıl nefse itimad edilebilir?
Nefsini ittiham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiaze eder. İstiaze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar; itiraf etse, afva müstehak olur.
Müslüman’ın imanını inkişaf ettirmesi; TÖVBE VE İSTİĞFAR ile NAMAZ ve ubudiyetle olur. Hakikî imanın kudsî ilâçlarından ve nurlarından TÖVBE VE İSTİĞFAR ile, DUA VE NİYAZI istimal etmesidir. (Nursî, Lem’alar)
Muttakilerin cennette Rablerinin kendilerine verdiklerini alan ve pınar başında olanların bundan önce iyi kimseler olduğunu ifade eden ayetlerin devamında ise şöyle bildirilmektedir:
كَانُوا قَلٖيلًا مِنَ الَّيْلِ مَا يَهْجَعُونَ
“Geceleri pek az uyurlardı.”
وَبِالْاَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ
“Seher vakitleri istiğfar ederlerdi.” (Zariyat, 51/17-18)
وَالْمُسْتَغْفِرٖينَ بِالْاَسْحَارِ
“Seher vakitleri istiğfar ederler” (Ali İmran, 3/17)
Ayetteki “Müstağfirun”, “bağışlanma dileğinde bulunanlar” demektir. Seher şafaktan (fecirden) önceki vakti ifade eder.
Hadis-i şerifte de şöyle bildirilir:
“Allah Teâlâ her gece rahmetiyle dünya semasına iner, gecenin son üçte biri olunca şöyle seslenir: İsteyen yok mu, vereyim? Dua eden yok mu, duasını kabul edeyim? KİM BAĞIŞLANMA İSTERSE, ONU BAĞIŞLAYAYIM!.” (Buhârî, Teheccüd, 14; Müslim, Müsâfirîn, 168-170; Ebû Dâvûd, Sünnet, 19; Tirmizî, Salât, 211, Deavât, 78; İbn Mâce, İkâme, 182)
وَاسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُوا اِلَيْهِ اِنَّ رَبّٖى رَحٖيمٌ وَدُودٌ
“Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O’na tövbe edin. Şüphesiz Rabbim çok merhametli Rahîm, çok seven, şefkat eden Vedud’dur.” (Hud,11/90)
“Gafur”, “Gaffar” “Gufran” Allah’ın isim ve sıfatlarındandır.
Mağfiret kelimesinin kökü olan, “Gufrân”, affetmek, bağışlamak demektir. Allah’ın affedicilik vasfını ifade eden “Gâfûr”, yine aynı manaya gelen “Gâfir” kelimesi de Yüce Allah’ın, kullarına olan affı ve bağışlamasının ne derece büyük olduğunun bir ifadesidir. “Gaffâr” olan Allah, kullarının yaptıkları kusur, hata ve günahları bu isminin bir tecellisi olarak affeder.
İşte bu isimleri ve bunların Kur’an’da geçen türevleri olan kelimeleri çokça zikretmek, tesbih olarak söylemekte yine Kur’an-ı Kerim’in emridir:
وَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَثٖيرًا لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
“Allah’ı çok anın ki kurtuluşa eresiniz.” (Enfal, 8/45; Cuma, 62/10)
يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اذْكُرُوا اللّٰهَ ذِكْرًا كَثٖيرًا
“Ey iman edenler!. Allah’ı çokça zikredin.” (Ahzap, 33/41)
وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَاَصٖيلًا
“O’nu sabah akşam tespih edin.” (Ahzap, 33/42)
فَاذْكُرُونٖى اَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُوا لٖى وَلَا تَكْفُرُونِ
“Beni zikredin / anın ki ben de sizi zikredeyim / anayım. Bana şükredin, nankörlük etmeyin.” (Bakara, 2/152)
Allah kelamı ve Kur’an ayetiyle Habib’ine söylettiği şu fermanı anlasak bize yeter ve artar:
قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُونٖى يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَحٖيمٌ
“De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah Gafûr’dur, Rahîm’dir.” (Ali İmran, 3/31, ayrıca bkz. Nisa, 4/59, 80; Maide, 5/92; Ahzab, 33/21, 36; Haşr, 59/7)
Hz. Peygamber (asm) şöyle buyurmuştur:
“Size iki şey bırakıyorum. Bunlara uyduğunuz müddetce asla sapıtmayacaksınız: ALLAH’IN KİTAB’I VE RESÛLÜNÜN SÜNNETİ. (Muvatta, Kader, 3, II, 899)
adarselim@gmail.com