Kur’an-ı Kerim, sadece okunmak için değil, aynı zamanda anlaşılmak ve yaşanmak için inen en son ilahi kitaptır. Kur’an ruhlara, gönüllere, akıllara, beyinlere hitap eden ve onları harekete geçiren bir hayat kaynağıdır. Kur’an insanın dünya ve ahiret hayatına yön verdiği gibi, yine insanın maddî ve manevî yükselmesine de yön vermektedir.
“Malûmdur ki, Kur’ân-ı Azimüşşan, yalnız bir asra değil, bütün asırlara nâzil olmuştur. Hem bir tabaka insanlara mahsus değil, bütün tabakat-ı beşere şümulü vardır. Hem bir sınıf insanlara ait değil, bütün beşerin sınıflarına râcidir. Binaenaleyh, herkes, her tabaka, her zaman, fehmine, istidadına göre Kur’ân’ın hakaikinden hisse alabilir ve hissedardır.” (Nursî, B. S. rnk)
Ayette “Bu Kur’an, âyetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.” (Sad, 38/29) diye ferman edilmektedir.
Kur’an ayetlerinin çoğunluğu mücmel ve umumi kaideler halindedir. Kur’an’da açıkça anlaşılabilen sarih ayetler olduğu gibi, mücmel, mübhem ve mütaşabih ayetlerde bulunmaktadır. Bir hadiste “Herbir âyetin mana mertebelerinde bir zahiri, bir bâtını, bir haddi, bir muttalaı vardır. Bu dört tabakadan herbirisinin (hadîsçe “şücûn ve gusûn” tabir edilen) füruatı, işaratı, dal ve budakları vardır” (Ebu Yâ’la, el-Müsned, 9/287; Taberanî, el-Mu’cemu’l Evsat,1/236) denilmektedir.
Yüce Allah’ın iki çeşit ayeti vardır:
Biri kainat kitabındaki fiili, kevni ayetler, diğeri Kur’an-ı Kerim’deki kavlî ayetlerdir. Kur’an-ı Kerimde ayet, mucize, alamet (Bakara, 2/211, 248), ibret (Şu’ara, 26/158) ve delil (Rum, 30/22) anlamlarında kullanılmıştır.
Kelam-ı Akdes olan Kur’an-ı Azimüşşanda; “Yaş ve kuru her şey içinde bulunduğunu, şu âyet-i kerîme “Yaş ve kuru her ne varsa apaçık bir kitapta (Kur’ân’da, Levh-i Mahfuz’da) yazılmıştır.” (En’am, 6/59) beyân ediyor. Zira bir kavle göre, Kitâb-ı Mübîn, Kur’ân’dan ibârettir. Evet, her şey Kitâb-ı Mübîn’in içinde bulunur. Fakat herkes her şeyi içinde göremez. Zîrâ muhtelif derecelerde bulunur. Bâzan çekirdekleri, bâzan nüveleri, bâzan icmâlleri, bâzan düsturları, bâzan alâmetleri, ya sarâhaten, ya işareten, ya remzen, ya ibhâmen, ya ihtar tarzında bulunurlar. Fakat ihtiyaca göre ve maksad-ı Kur’ân’a münâsip bir tarzda ve iktizâ-i makam münâsebetinde şu tarzların birisiyle ifade ediliyor.
Çünkü Kur’ân-ı Hakîmde çok hâdisât-ı cüz’iye vardır ki, herbirisinin arkasında bir düstur-u küllî saklanmış ve bir kanun-u umuminin ucu olarak gösteriliyor. Demek Kur’ân-ı Hakîmde bâzı hâdisât-ı tarihiye sûretinde zikredilen cüz’î hâdiseler, küllî düsturların uçlarıdır. Zira insanın câmiiyet-i istidadı cihetiyle mazhar olduğu bütün kemâlât-ı ilmiye ve terakkiyât-ı fenniye ve havârik-ı sun’iyeyi “tâlim-i Esmâ” ünvânıyla ifade ve tâbir etmekte şöyle latîf bir remz-i ulvî var ki: Herbir kemâlin, herbir ilmin, herbir terakkiyâtın, her bir fennin bir hakikat-i âliyesi var ki, o hakikat, bir ism-i İlâhîye dayanıyor; pek çok perdeleri ve mütenevvi’ tecelliyâtı ve muhtelif daireleri bulunan o isme dayanmakla o fen, o kemâlât, o san’at, kemâlini bulur, hakikat olur.
Mu’cize-i kübrâ-i Ahmediye (asm) olan Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân, tâlim-i Esmânın hakikatine mufassalan mazhariyetini, hak ve hakikat olan ulûm ve fünûnun doğru hedeflerini ve dünyevî, uhrevî kemâlâtı ve saâdâtı vâzıhan gösteriyor; hem pek çok azîm teşvîkàtla, beşeri onlara sevk ediyor. Zira, herbir fen kavaid-i külliye desatirinden ibarettir.
Beşerin san’at ve fen cihetindeki terakkiyâtları olan havârik-ı medeniyet ile havârik-ı san’at ve garâib-i fen için Kur’ân-ı Hakîm bunlara iki cihet ile işaret etmiştir:
Birincisi: Mu’cizât-ı enbiyâ sûretiyle.
İkincisi: Bâzı hâdisât-ı tarihiye sûretinde işaret eder.
Bir hadis-i şerifte “Allah’ın Kitab’ında sizden öncekilerin haberi, sizden sonrakilerin haberi, aranızdaki meselelerin hükmü vardır.” (Tirmizi, Fezailil Kur’an, 14) buyrulmaktadır.
Ancak şeriat-ı İlahiye ikidir:
Biri: Sıfat-ı kelamdan gelen bir şeriattır ki, beşerin ef’al-i ihtiyariyesini tanzim eden Kitab-ı mucizü’l-beyan, Kelam-ı Akdes olan Kur’an-ı Azimüşşandır.
İkincisi: Sıfat-ı iradeden gelen ve “evamir-i tekviniye” tesmiye edilen şeriat-ı fıtriyedir ki, bütün kainatta cari olan kavanin-i adatullahın muhassalasından ibaret olan Kitab-ı Kebir ve insan-ı ekber olan kâinattır.
Evvelki şeriat nasıl kavanin-i akliyeden ibarettir; tabiat denilen ikinci şeriat dahi, mecmu-u kavanin-i itibariyeden ibarettir. Zira Kur’ân bir hafızdır, kudret kalemiyle kâinat sayfalarında yazılan âyâtı okuyor. Güya Kur’ân, kâinat kitabının kıraatıdır ve nizâmâtının tilâvetidir ve Nakkaş-ı Ezelîsinin şuûnâtını okuyor ve fiillerini yazıyor.
Kur’ânı Mu’cizü’l-Beyân, âyetlerin hâtimelerinde gàliben bâzı fezlekeleri zikreder ki, o fezlekeler ya Esmâ-i Hüsnâyı veya mânâlarını tazammun ediyor veyahut aklı tefekküre sevk etmek için, akla havale eder. Çünkü Kur’ân, umum ehl-i akla ders veriyor. Çok yerlerde,”efelâ ye’kilûn” yani “Akıl etmezler mi? // Hiç düşünmüyorlar mı?” (Yâsin, 36/68) ve “efelâ yetefekkerûn” yani “Tefekkür etmez misiniz? // Hiç düşünmez misiniz?” (En’âm, 6/50) der, akla havale eder. Meselâ, Hazret-i Yûnus’un kıssasında mühim esasları zikreder; mütebâkîsini akla havale eder. (Nursî, B. S. rnk)
Bu kıssa Kur’an-ı Kerimde “Balığın yuttuğu Yunus’u da hatırla ki, öfkelenerek kavmini terk etmiş ve Bizim de kendisini bu yüzden bir sıkıntıya uğratmayacağımızı sanmıştı. Sonra karanlıklar içinde kaldığında niyaz etti: ‘Senden başka ilâh yoktur; Seni her türlü noksandan tenzih ederim. Gerçekten ben kendime zulmedenlerden oldum.'” (Enbiyâ, 21/87) diye beyan edilir.
Yine Hz. Nûh (as)’ın gemiyi nasıl yaptığı şöyle ifade edilir: “Nûh’a vahyolundu ki: “Gözetimimiz altında ve vahyimize göre gemiyi yap.” (Hud, 11/37) denilerek;
“Biz, onlar için o gemi gibi binecekleri nice şeyler yarattık.” (Yasin, 36/42)
“Sizin için bindiğiniz gemileri ve hayvanları yaratandır.” (Zuhruf, 43/14) diye de ayrıca işaretler edilmektedir.
TIKLA: Geçmişte, Günümüzden Daha İleri Teknoloji Kullanılıyor muydu?
Demek Kur’an-ı Kerim’de; ya mu’cizât-ı enbiyâ, ya bâzı hâdisât-ı tarihiye suretinde anlatılan ayetlerden veya Kitab-ı Kebir olan kâinatta ki; mevcut fiili ve kevni örneklerinden benzerlerini yaparak kemâlât-ı ilmiye ve terakkiyât-ı fenniye ve havârik-ı sun’iye ile havârik-ı medeniyete ulaşılmaktadır. (Gnş. izah için bkz. “Peygamber Mucizelerinde Yolculuk ve Uçak”, makalesi)
adarselim@gmail.com